Bu ve buna benzer sorular, aslında ayakları havada
olan sorular değildir. Tramvay, otobüs, çarşı, pazar, düğün vb. yerlerdeki
insanımıza baktığımızda, geldiğimiz noktanın, Seyyid Kutub’un deyimiyle; “Bir
uçurumun kenarı” olduğunu gözlemlemekteyiz.
Kanaatimce işin can alıcı noktası şudur: Yukarıda yekûn
olarak saydığımız kurum ve personelden İslam hizmeti talep etmek; bir dava
adamı bilinci ile toplum fertlerine yaklaşıp, onlardan Allah’ın dinine davet
gibi bir sorumluluk beklemek hatadır. Çünkü istisnaları tenzih ederek
konuşuyorum ki bu kişilerin çoğunda bahsettiğimiz türden bir dava bilinci
yoktur.
Yoksa ümmetin içinde bulunduğu hal gözümüzün önünde iken,
kıytırık bir iki konu bulup buluşturmak ve üzerlerinde kafa yormak, gündemimizi
bunlarla meşgul etmek, hiçbir dava erinin işi değildir, olamaz.
Şanlıurfa’dan entelektüel birikimine, derin kavrayışına,
kültürel alt yapısına güvendiğim bir yazar olan Şahin Doğan, bu anlamda iki
kitap yazmış durumdadır. Yazar, muhafazakâr dediğimiz cenahın iki entelektüeli
ile ilgili iki güzel eser kaleme almış. Kitaplarının adlarından hareketle
kimleri konu edindiği de ortaya çıkacaktır: Araf’ta Bir Entelektüel Dücane
Cündioğlu ve Mustafa İslamoğlu Eleştirisi.
Çağaloğlu Münazarat Yayınlarından çıkan “Mustafa İslamoğlu
Eleştirisi” isimli kitabın 53. sayfasında, tam da değindiğimiz konu ile ilgili
bir paragraf vardır: “İslami modernizmin şu garip haline bakar mısınız? Biri
çıktı Kur’an’daki kıssaların çoğunun mecazi/sembolik/metaforik olduğunu
söyledi. (M. Halefullah) Biri çıktı, “Hz. İsa’nın da bir babası var” dedi.
(M.A.Lahuri) Biri çıktı, on dokuz sözde mucizesine uymadığı gerekçesiyle Tevbe
suresinin son iki ayetini Kur’an’dan çıkarmaya teşebbüs etti. (R. Halife) Biri
çıktı, namazın beş vakit değil üç vakit olduğunu söyledi. (Y.N.Öztürk) Biri
çıktı, İslam’da bildiğimiz anlamda namaz diye bir şeyin olmadığını söyledi. (İ.
Eliaçık) Biri çıktı, cinsel ilişki ile iftar açılabileceğini söyledi. (Z.
Beyaz) Biri çıktı, “Allah gaybı bilmez” dedi. (A. Bayındır) Biri çıktı, “Kabir
azabı yoktur” dedi. (M.Okuyan) Biri çıktı, Kur’an’daki bütün ahkâm ayetlerinin
tarihsel olduğunu dolayısıyla bizi bağlamadığını söyledi. (M. Öztürk) Ve
nihayet biri çıktı, Hz. Âdem’in bir babasının olduğunu ve üstelik Evrim
Teorisi’nin de gerçek olduğunu söyledi.
Tabi son cümle kitapta eleştirisini yaptığı Mustafa
İslamoğlu’na ait. Aslında kategorik olarak yukarıdakilerle aynı paragrafta
anılmasa da Mehmet Azimli’nin şu son günlerde gündeme düşen açıklamaları da
onlarla benzerdir. Azimli’nin esas gündeme getirmek istediği husus; “Hz.
Peygamber’i övmek için soyu üzerinden gitmeye gerek yok” hususudur ama bunu
dile getirmenin daha farklı yollarına başvurabilirdi.
Hakkını teslim babından söylemek gerekirse, eleştiri
konusu cümleleri sonraki baskıda kitabından çıkardı ve konu ile ilgili bir özür
yayımladı. Zaten bu nedenle yukarıdaki kategoriye girmediğini belirttim.
Benim buradaki meramım, A kişisi şunu söyledi B kişisi şöyle
cevap verdi meselesi değildir. Benim derdim koca koca heriflerin gündemlerine
dikkat çekmektir. Ümmet paramparça olmuş, işgalci siyonist fitnesi her tarafı
sarmış; en önemlisi neslimizin ifsad edilmesi orta yerde iken, bahsettiğimiz
ilahiyatçıların tam da fitnecilerin istediği tarzda gündem oluşturmalarıdır.
Siz hiç Molla Mizgin Varol veya Molla Enver
Kılıçarslan’ın bu tarz bir gündemle halkın huzuruna çıktıklarını gördünüz mü?
İnsan bu iki alim şahsiyetin yüzünde; takva ve İslami heybet ile birlikte
ümmetin düştüğü hazin durumdan dolayı derin bir endişenin izlerini görüyor.
Bütün dertleri hâlihazırda Batı’nın emperyalist zihniyeti ve küfri
desiseleriyle mücadele etmekten başka bir şey değildir.
Şundan emin olabilirsiniz. Bu tarz gündemlerle
İslam’ın heybeti kayboluyor. Belki de bu tür söylemler nedeniyle gençler deizme
sürükleniyor. Bir insanın hidayetine vesile olmanın, güneşin üzerinde doğduğu
her şeyden hayırlı olduğunu bilenler, bir şahsın sapıtmasına sebebiyet vermenin
ne anlama geldiğini bilmelidirler.
Onun için Yunus’un diliyle; “Girdim ilim meclisine, Eyledim
kıldım talep;
Dediler ilim geride, İllâ edep, illâ edep” diyoruz vesselam.