Aziz
Kur’an’a yapılan saldırıya birçok çevreden tepkiler gelince İsveç hükümeti de
yaşanan olayı kınadığını söylemek zorunda kaldı.
Kınadı
kınamasına; ama devamında “İfade özgürlüğü”nün yasal bir hak olduğunu ve
korunması gerektiğini de söyledi.
Biz
de bu konuda daha önce yazdığımız bir yazıyı buraya alıyor ve bu konudaki
görüşümüzü tekrarlamak istiyoruz.
“Son
zamanlarda özellikle liberaller tarafından kullanılan klişe bir laf vardır: “İfade
özgürlüğüne sınır getirilemez.”
İnsani,
ahlaki, dini, kültürel hiçbir değerin “ifade özgürlüğü” adı altında rezilce
saldırıların hedefi yapılmasına karşı çıkılmaması gerektiğini söylerler.
Özellikle
Fransa’da son zamanlara sistemli bir şekilde artan İslam düşmanlığı da kendini
“ifade özgürlüğü” argümanının arkasına saklayarak yürümeye çalışıyor.
Açıkça
“Biz sizin her türlü değerinize hakaret edeceğiz, aşağılayacağız ve siz de bize
hoşgörü göstereceksiniz” diyorlar.
“Hiçbir
şey ifade özgürlüğünü engelleyemez” diyorlar.
Bazıları
bunun bir bumerang olduğunu ve bir şekilde kendilerine de döneceğini düşünerek
temkinli hareket edilmesi gerektiğini söyleseler de sesleri cılız kalıyor.
Ama
son zamanlarda ortaya çıkan gelişmeler tartışmaların dozunu artıracak gibi
görünüyor.
İspanya'da
Katalan bölgesinde rap şarkıcısı Pablo Hasel'in "Kral'a hakaret"
suçundan hüküm giymesi ülkede ifade özgürlüğü ile ilgili tartışmaları yeniden
alevlendirdi.
Aslında
bu olay eğer üzerine gidilebilirse tüm dünyada “ifade özgürlüğü” konusunun bir
daha tartışılmasına zemin hazırlayabilir.
İfade
özgürlüğü nedir ve sınırları ne olmalıdır?
Hakaret
ve aşağılama ifade özgürlüğü kapsamında mı değerlendirilmelidir?
Liberaller
sıkıcı bulsa da bu soruların yeniden ve yeniden sorulması gerekmektedir.
Birileri
özgürlükçülük ve liberallik adına tüm insanları kendilerine benzetme, kendileri
gibi düşünme ve kendilerinin tepki verdiği şeylere tepki vermeye zorluyorlar.
Bunun
adı “gizli faşizm”dir.
Açıkçası,
Değerlerinden
uzaklaşmış, ahlaki sınırları tanımayan, inançları önemsemeyen, aileyi yok sayan
yeni liberalizm, herkesin kendisi gibi olmasını, kendisi gibi düşünmesini,
kendisi gibi yaşamasını istiyor.
Ve
hatta bunu dayatıyor. (…)
Nedense
sınırsız dediğiniz ifade özgürlüğünüz Avrupa’nın kraliyet ailelerine karşı
devreye girmiyor. İspanya’daki olayın bir de “etnik” tarafı da var, o yüzden de
sadece “krala hakaret” üzerinden değerlendirilmesi yanlış olur.
İfade
özgürlüğü konusu, Siyonist işgal çetesinin işlediği vahşi cinayetler, işgal ve
diğer insanlık dışı uygulamalar konusunda nedense devreye girmiyor.
Beyaz
Saray’ın en kıdemli muhabiri Helen Thomas, israil'in Gazze'ye yardım götüren
Mavi Marmara gemisine yaptığı baskının uluslararası hukuka aykırı olduğunu
söylediği ve Siyonist çeteyi eleştirdiği için işinden kovulduğunda nedense
kimse “ifade özgürlüğü” hakkının korunması gerektiğinden söz etmedi. Helen
Thomas’ın sözlerinde bir aşağılama ve hakaret olmamasına rağmen bu olay vuku
buldu.
Siyonist
işgal çetesinin vahşi cinayetlerine “kıyısından köşesinden” değinen BBC
çalışanları da aynı muameleye maruz kaldı.
Kimse
“antisemitizm” argümanına sığınmasın, çünkü öyle bir şey yok!
Meseleye
“çifte standart var” söylemiyle yaklaşmayacağız.
Liberal
sapkınlık, Müslümanları değerlerinden uzaklaştırmak için “ifade özgürlüğü”
dayatmasıyla tacizde bulunuyor, Müslümanların hassasiyetlerini kaybetmesini
istiyor.
Hedonizm
söz konusu olduğunda sınırsız özgürlükten ve sınırsız çeşitlilikten söz
edenler, inanç ve değerler konusunda tek tipçi ve faşizan bir karakter ortaya koyuyorlar.
Böylece
Müslümanlar, hem işgal ve sömürü karşısında seslerini çıkaramayacaklar hem de
kendilerini ifade etmelerine engel olunacak.
Ve en
önemlisi de küresel kapitalist sistemin işleyebilmesi ve daha da semirmesi için
ölçülebilir davranışlar ve öngörülebilir tepkiler gerekir ki, bu da liberal
dayatmalarla adı konulmamış bir standardın oluşturulmaya çalışıldığını
gösteriyor.
Birileri için rüya olsa da bize göre bu bir “kâbus” ve biz bunu reddediyoruz.”