"HÜDA PAR, bu seçimlerin parlayan
yıldızı oldu." Bu hakikati HÜDA PAR ve çevresi zaten dile getiriyordu.
Lakin bu gerçeği Fatih Portakal gibi bir isimden duyacağımız aklımızın ucundan
bile geçmezdi. Allah söyletti mi, kim engel olabilir ki…
HÜDA PAR yıldızının bu ara parlamasına ve
görünür olmasına sebep olanların çoğu, yalan ve iftiraların sahipleriydi.
Akıllarınca HÜDA PAR’ı karalayarak devre dışı bırakma çabaları, Allah’ın
izniyle ters yüz oldu. Bunda başta HÜDA PAR’ın Hür neferlerinin gayretleri ve
AK Parti’den Yeniden Refah’a, MHP’ye, BBP’ne tüm vicdan ehli insanların
canhıraş sahiplenmeleriyle yalan ve iftiralar akim kaldı.
Yalanı kendilerine meslek edindiklerini
hemen anlayabileceğiniz tanınmış kimi insanların seçim döneminde acınası
hallere bürünerek edinecekleri menfaatler uğruna yalan ve iftiralarını
sürdürüyor olmalarını esefle izliyoruz.
Rakibine yalan ve iftiralarda bulunarak
siyaset yapmaya çalışan zavallı kişiliklerin partilerine nasıl zarar verdiklerini
ve taraftarlarına ise hiçbir gelecek vaat etmediklerini rahatlıkla
söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye’nin geçmişteki siyasi çöplüğü bu gibi parti ve
isimlerle dolu…
Geçmişte, yalan atarak başarıyı yakalama
konusunda verdiği örnekler üzerinden seminerler veren Sedef Kabaş’ı
hatırlayalım. Ne diyordu Kabaş; “…kitleleri etkilemek için ortaya kocaman bir
yalan atın. Ama çok büyük bir yalan olsun. İkinci kriter, çok basit bir yalan
olsun. Sonra bu büyük yalan ve basit yalanı sürekli tekrar et. Ve ardından kitlelerin
o yalanı nasıl gerçekmiş gibi kucakladığını otur seyret.”
7’li ittifak bileşenlerinin yaptığı
siyasete ve söylemlerine baktığımızda Kabaş formülünü çok benimsediklerini ve
bu formülü 14 Mayıs’ın anahtarı olarak gördüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Her seçim dönemi yalan ve iftiraların havada uçuştuğu, liste kavgalarının
olduğu, algısal anketlerin siyasete yön verdiği ve kimi partileri öne geçirme
operasyonu olduğunu bilmeyenimiz mi var? Maalesef Türkiye’de siyaset, eski
Türkiye kafasıyla böyle yapılıyor. Zaten bu 7’li bileşen de parlamenter sisteme
dönüp, bol kavga krizli koalisyon hükümetleri kurmayı düşlemiyor mu? Yani eski
Türkiye’ye dönüş özlemi..!
Mensubu olduğu cenahı savunmanın yalan ve
iftira atmaktan geçtiğini zannedenlerin taraftarları ile diğer yanda elde
edeceği menfaatler uğruna yalan atmayı meslek edinenlerin söylemine maruz kalan
takipçilerine küçük bir tavsiye; kandırılıyorsunuz. Vicdanınızın sesine kulak
verin. Araştırmadan inanmayın. Günlerdir yalan ve iftiralara maruz kalan HÜDA
PAR’ı HÜDA PAR’dan dinleyin ve siz karar verin, bir başkası sizin yerinize
karar vermesin.
HÜDA PAR’ı dillerine dolama görevi
verilmişlerden biri de Fatih Altaylı, diğeri İsmail Saymaz. İkisinin de
Müslüman kişiliklere, İslami camialara, Müslümanların kutsallarına yönelik
saldırı ve hakaretler sicili bayağı kabarık. Kişiyi tanımak için söylemi ve
çevresine bakmak yeterli sanıyorum. Fatih Altaylı’yı geçmişte Abdullah
Öcalan’ın yemek masasında beraber yemek yerken çekilen fotoğrafıyla
hatırlıyoruz. İsmail Saymaz’ın, DHKP-C ve Öcalan’ın posteri önünde poz verdiği
fotoğrafı ise bize DHKP-C’li teröristlerin katlettiği Savcı Selim Kiraz’ı
hatırlatıyor. Hatta bu kirli geçmişlerin daha ötesi var ama girmeyelim.
Bu iki sözde tarafsız gazeteci de, HÜDA
PAR’a yönelik yalan ve iftiralar korosuna katılmıştı. Ancak yok öyle eskiden
bugüne yaptıkları ‘Çamur at, tutmazsa izi kalsın’ taktiği bu kez tutmadı. HÜDA
PAR hukukçuları artık yalanlara geçit vermeyecek şekilde yasal takipte. Bu
ikilinin tweterda HÜDA PAR hakkındaki yazılarına, kişilik hakları ihlali
gerekçesiyle İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliğince erişim engeli getirildi. Ancak
o da ne? Bu kez erişim engeli getiren mahkemenin basın özgürlüklerini
kısıtladığına yönelik yazılar ve paylaşımlarda bulundu bu kanun tanımazlar.
Öyle ya, kanun var mahkeme var diye tehdit dilini kullanarak sürekli
saldıranların aynı kanun ve mahkemelerin kendileri aleyhine kararlar çıkınca
nasıl da agresifleştiğini feveranlarından anlıyoruz ki, işinize nasıl geliyorsa
değil mi?
Altaylı, bu olup bitenlere dair yazdığı
köşenin sonunda sormuş; “NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?” Diye. Sonra kendini
cevaplamış; “Düşmanımız bile söylese doğruya doğru dediğimiz zaman.”
Doğru söze ne denir ki; katılıyoruz.
Aynen yazdığın gibi Altaylı, düşmanın dahi olsa hakkını yeme ki insanlığının
farkına varabilesin.