Psikanalist Freud, cinsel hazları insan
hayatının merkezine o kadar yerleştiriyor ki adeta insanı libido ile yani
şehvetle eşitliyor.
Freud'un öğrencisi Wilhelm Reich
ise, daha da ileri giderek cinselliğini tatmin eden kişilerin, savaş
taraftarlığından ve tüm kötülüklerden uzak olacağını söylüyor.
Ve bu necaset yumağı yuvarlandıkça
büyüyor ve sonuçta 1960’lara gelindiğinde Reich’in “cinsel devrim” tezi batılı
devletlerin yönetiminde dayanak olmaya başlıyor.
Mesela İsveç, o yıllarda tüm cinsel
eğilimleri serbest bırakmakla kalmıyor bunları teşvik eden birçok proje
uyguluyor.
Sekiz yıl sonra toplumda psikolojik
rahatsızlıkların, kişilik bozukluklarının tavan yaptığını görüyorlar.
Yine frengi gibi birçok zührevi
hastalığın arttığını 10 kişiden birinin intihar ettiğini, 10 kişiden sekizinin
alkolik olduğunu fark ediyorlar.
İsveç 1970’lerde kısmen geri adım atıyor.
Ancak girdikleri yolun İslam dışında artık bir çaresi olmadığından kendilerini
tüketmeyi sürdürüyorlar.
Hazları ölçüsüz, sınırsız serbest
bırakmanın, doğrudan eğlence diye tarif edilmesi de aynı şeytani analitiğin
parçası.
Haramı özgürlüğün karşısına çıkarılmış
hayal ürünü bir engel olarak kodlayan batı modernitesi, dinin çirkin gördüğü ve
yasakladığı ne varsa, önce onları aleni olarak işleterek yaygınlaştırıyor,
ardından bu haramların birey ve toplumun kalkınmasını yavaşlattığını dikte
ediyor ve ufak ufak bu yasakları önce dinini zayıflatmış olanlardan sonra da dininde
zayıflamış olanlardan çözüyor.
Örneğin; “para” getirdiği için
reklamlardaki görselliğe hiçbir sansür uygulamayan ve bir şekilde İslami arka
planı olan kimselerin, bugün dağılan yuvalarda, baş örtüsünü çıkaran kızlarda,
saygısı, hürmeti, edebi zayıflamış gençlerde dahillerinin olmadığını
zannetmeleri boştur.
“İslami sivil toplumun da önünde engel
bulunmuyor” türünden liberal yaklaşımlar, asla günahları sınırlamamanın
gerekçesi kabul edilemez.
İslam Hukuk Metodolojisinde günahlara
giden yolları kapamak manasında “seddi zerayi” diye bir usul vardır. Yani
hayırların, ibadetlerin serbest olması yetmez, şerlerin de önünün kapatılması
şarttır.
Bilip bilmeden her meselede “Dinde
zorlama yoktur” ayetini dillendirenlerin, gözden kaçırdığı hususlardan bir
tanesi şudur: Bakara Suresindeki bu Ayet-i Kerime, Medine’de İslam’ın
devletinin hükmettiği, gayrimüslimlerin zımmi kabul edildiği, cizye verdiği bir
dönemde nazil olmuştur.
Kalkıp da darül harp, darül İslam gibi
kısır tartışmaların içine girmeyelim yahut laik bir sistemde dini alanda devlet
ne yapabilir gibi ezik büzük tartışmalara dalmayalım eyvallah da bütün
rezillikleri de görmezden gelir bir edayla savrulmayalım.
Seküler maşalar, beş yıl boyunca
korkutma, bağırma ve yaygara politikası izleyeceklerini alenen ortaya koydular.
En ufak İslami bir talepte, hemen
“imdaaat şeriatı getirecekler, kadınları hapsedecekler, kol kesecekler,
recmedecekler” diye bağırırlarken onlara teslim olmaktan daha büyük bir
rezillik olamaz.
Onların yaşam tarzını, istedikleri genç
modelini, beğendikleri eğlence biçimini, güya memnun olacakları bir yöntemi
uygulamaktan daha büyük bir zillet olamaz.
İster konser, ister film, ister başka bir
plan proje ile halkın parasını elin ahlaksız soytarısına peşkeş çekmek
yetmezmiş gibi bir de bununla milletin maneviyatını dövmenin Allah’ı cc gazaba
getireceğini düşünmeyenlerin boynuna kalacak veballerden haberlerinin olmaması
mümkün değildir.
Merhum Necip Fazıl’ın deyişiyle:
“Her şey akar, su tarih, yıldız ve fikir,
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden
kir.”
Her şey akıp gidecek, kıyamete kadar kir
akıtacak oluklar açanlara buna sebep olanlara vaveyla..
Yetkilerin, makamların ağırlığını
bilenlere de selam olsun.