Sessizliğin bedeli olarak haramın meşrulaştığı bir dünyada yaşamaya mecbur bırakılıyoruz.
Toplum olarak her geçen gün biraz daha alışıyoruz; şiddete, ölüme, cinnete, cinayetlere…
Ne zaman televizyonu açsak ya da sosyal medyada birkaç dakika vakit geçirelim desek karşımıza bir felaketin, bir trajedinin haberi düşüyor... Öyle ki artık şaşırmıyoruz bile. “Yine mi?” diyoruz sadece. Oysa bu “yine”lerin her biri bir hayatın yitip gitmesi demek…
Her defasında farklı olaylar, farklı hikâyeler ama beslendikleri yer aynı, sonuç aynı ve bu kayıpların çoğu, haramla beslenen bir düzenin ürünü.
Bir anne, alkollü olan öz oğlu tarafından, tabancayla vurularak öldürüldü. Bir başka olay, sözde sanatçı bir kadın, yine alkollüyken kız arkadaşını otuz bıçak darbesiyle canından etti. Bir hafta içinde yaşanan bu iki olay bile, durumun vahametini göstermeye yetiyor. Bunlar medyaya yansıyanlar bir de yansımayanlar var. Ancak bu olaylar ne ilk ne de son olacak. Çünkü kimse bu meseleye gerçekten dokunmuyor ya da dokunmak istemiyor.
Uyuşturucu komasında can veren gençler mi desem, alkolün tetiklediği trafik kazaları mı yoksa cinnet geçirip ailesini katledenler mi… bilemedim! Aslında hepsi bir zincirin halkası gibi önümüzde duruyor. Ama biz, bu zincirleri kırmak yerine sadece izliyoruz.
Sessiz kalıyoruz. Hatta bu zehirleri eleştirmeye çalışanlar, sapkınlık karşısında ses çıkaranlar, toplumu ifsat eden yozlaşmaya dikkat çekenler, linç ediliyor. “İfade özgürlüğü” adı altında rezillikler yaşanıyor ve bu rezillikler meşrulaştırılıyor. Yaşanan bu rezilliklere, ahlaksızlıklara karşı ahlaki bir duruş sergilemek ise “gericilik” diye yaftalanıyor.
Bu nasıl bir çelişkidir? Aklım almıyor doğrusu. Haramlar, gayri ahlâkî davranışlar açıkça topluma zarar verirken, bu zararın üstü neden örtülüyor? Neden mi, çünkü sistem haramla besleniyor. Alkol, kumar, uyuşturucu ve sapkın akımların faaliyetleri sadece bireyi değil, toplumun tamamını çürütüyor, ahlaki temelleri zayıflatıyor, vicdanları köreltiyor.
Sanal bahis, kumar, piyango... ve daha nice tuzaklar. Geçenlerde basına düşen bir haber daha… Kumar borcu yüzünden her şeyini kaybetmiş bir adamın hazin sonu ve ailesine bıraktığı büyük acı! Eşi ve kızına "Size büyük üzüntü dışında yüklü bir borç bırakıyorum" ifadelerinin yer aldığı mektup ve intihar...
Geçtiğimiz aylarda da kanser hastası annesinin tedavi parasını sanal kumarda kaybeden bir başkası ve yine sonuç intihar. Bunlar ve daha niceleri…
Ama ne yazık ki medya, popüler kültür ve çıkar çevreleri bu zararları görmezden geliyor. Dahası, bu haram maddelere, kumara ve sapkın akımlara dokunulmazlık kazandırılıyor. Reklamlarla, dizilerle, şarkılarla, festivallerle gayri ahlâkî davranışlar ve insanın aklını alan maddeler normalleştiriliyor.
Toplum göz göre göre çöküyor. Aile yapısı çözülüyor, gençlik savruluyor, şiddet sıradanlaşıyor.
Netice, huzur ve güven kalmıyor. Ama herkes ve özellikle yetkili merciler hâlâ suskun. Oysa susmak da bir tercihtir ve bazen en büyük vebal susanların olur. Bu haram düzeni izlemek yetmez, artık ses yükseltmek gerekir.
Çözüm elbette yalnızca yasaklamak ile değil, bilinçlendirmek, korumak, eğitmek ve en önemlisi örnek olmaktır. Ancak bu münkeratlarla mücadele, öncelikle haramı haram olarak tanımakla başlar.
Ahlaklı bir toplumun temeli, helal ile haramı ayırt edebilen bireylerle atılır. Bugün yaşanan trajediler, sadece bireysel bir olgu değil, bireysel hataların değil, toplumsal duyarsızlığın da sonucudur. Bu nedenle artık yaşanan bu ahlaksızlıkları, cinnet ve cinayetleri kenara çekilip izleme zamanı değil. Herkesin sesini yükseltme, yanlışları haykırma, doğruları savunma vaktidir. Çünkü sustukça, sesiz ve seyirci kaldıkça karanlık daha da artıyor.