Yaşadığın katliamın üzerinden 34
yıl geçmesine rağmen acın yüreğimizde hala dipdiri Halepçe’m! Ah Halepçe! Ah
Halepçe’m! Seni nasıl anlatsam bilmem ki! Seni anlatmaya, senin acını, acılarla
delik deşik olmuş yüreğinin içindeki matemi anlatmaya hangi kalemin gücü yeter?
Nice acılar yaşadı bu ümmet. Nice
ihanetleri ve zulümleri yudumladı çobansız kalmış Müslüman halklar. Basra ve
Kerbela bataklıklarında Saddam’ın katil uçaklarından kaçamayan on binlerce
erkek ve kadının kanlı çamura bulanmış cesetleri için gözyaşları döktük.
İlahi ilmin ve insani bilimin
iftihar kaynağı, âlimler otağı Bağdat’ın yanmış, yıkılmış hali… Kimsesiz,
çaresiz, mahzun ve sahipsiz ümmetimin başına yağmur gibi yağan hangi beladan,
katliamdan ve yıkımdan bahsedeyim ki? Yamyam Budistlerin elleriyle diri diri
yakılan Arakanlı kardeş ve bacılardan mı, ırkçı Yahudiler tarafından kahkahalar
eşliğinde taşlarla kolları kırılan Filistinli çocuktan mı, açlıktan ölmeleri
yetmiyormuş gibi faşit Avrupa askerlerinin silahlandırdığı Hıristiyan çetelerin
caddelerin ortasında işkencelerle öldürdüğü bahtı kara Afrika’nın siyahî
Müslümanlarından mı? Yemen’den mi? Suriye’den mi?
Ama ey Halepçe’m! Senin acın hiç
birininki gibi değil. Senin ağlayanın bile olmadı ey Halepçe’m! Senin için
matem yakmadı kimse. Senin suçun o kadar büyük ki ırkçılığı ilah edinmiş
tağutların gözünde, senin için ağlamayı bile çok gördüler bize… Senin için
ağlamak, sana matem tutmak kavmiyetçilik oldu zalimlerin kitabında… Senin suçun
katmerliydi; sen hem Kürt’tün hem de Müslüman…
Senin için ağlamayı, sana gözyaşı
dökmeyi iftihar sayıyorum ey Halepçe’m! Ey ölüm pahasına, ölüm kusan
kimyasallarla kapkara kesilip cansız yere düşme pahasına Müslümanlığından,
imanından vazgeçmeyen, safını İslam’dan ve Müslümanlardan yana seçmekle iftihar
eden Halepçe’m! Hiç unutmayacağım seni, hiç unutmayacağız seni. Barbar batının
kimyasallarıyla kapkara kesilmiş binlerce şehit ve şehideye ağıt yakmaktan
vazgeçmeyeceğiz. Senin ölüm bulutlarıyla kararmış sokak ve caddelerinde
birbirlerine sarılarak ruhlarını yüce yaratıcıya teslim etmiş masum yavruların
cesetleri arasında dolaşarak ağıt yakan, kısılmış sesiyle halini rabbine
şikâyet eden yaşlı dedenin matemine ortak olmaktan vazgeçmeyeceğiz. Dünya
durdukça yavrusunu kucaklayıp ölümden kaçmak isterken kapının eşiğinde
yavrusuyla beraber ölümün kucağına düşen baba için feryat edip katillerine
beddua etmekten vazgeçmeyeceğiz!
Ah Halepçe’m! Kalbimin tam
ortasında acıdan bir yumak gibi duran Halepçe’m! Çok şey borçlu sana bu ümmet.
Asimanınla, cadde ve sokaklarınla, bağrında büyüttüğün iman ve onur timsali
çocuklarınla, suyun ve toprağınla kendini kurban ettin Müslüman halkları gaflet
okyanusunda boğulmaktan kurtarmak için. Hakk ve batılı, zalim ve mazlumu
birbirinden ayıran keskin bir kılıç oldun. Özgürlük, adalet, insan hakları,
barış, demokrasi, uygarlık nutukları çeken Barbar Batının ve onun uşaklığını
yapan yerli hainlerin vahşet ve cinayette en yırtıcı hayvanları bile geride
bıraktıklarını ispatladın tüm dünyaya…