İsa Aleyhisselam’ın getirdiği tevhid dini daha putperest
Romalılar ve dünyaperest kilise tarafından saptırılmamış, tahrif edilmemişti.
Kilise diye bir kurum bile yoktu o zamanlar. İlk İseviler, Hazreti İsa’ya
inanan ilk müminler Allah’ın birliğini kabul ediyorlar, tek İncil’i
benimsiyorlar, Allah’a şirk koşmaktan uzak duruyorlardı. Onların gözünde İsa
Aleyhisselam sadece bir peygamberdi; Allah’ın kulu ve elçisiydi. Ve bu
İseviler, Hazreti İsa’nın kendilerine müjdelediği son peygamberi, Muhammed
Mustafa’yı büyük bir özlemle bekliyorlardı.
İşte bu mü’min İsevilerden bir grup, uzak bir şehre doğru
yola çıktı. Şehir halkı putlara ibadet ediyorlardı. Batıl inançlara din diye
tapıyorlardı.
İsevi Müslümanlar şehrin kenarında genç bir çobanla
karşılaştılar. Ona selam verdiler. Genç çoban, çok temiz kalpli bir insandı.
Gülümseyerek:
-Yabancısınız galiba? Diye sordu. Sizi hiç buralarda
görmedim. Giyinişiniz de değişik.
Nurani yüzleriyle çobanda güven duygusu uyandıran
Müslümanlar:
-Çok uzaklardan geldik, diye cevap verdiler. Kimseyi
tanımıyoruz. Müsaade edersiniz
yanınıza biraz oturmak istiyoruz. Hem dinlenir, hem de şehir
hakkında size sorular sorarız.
İyi kalpli çoban, onları sevmişti. Kıyafetlerinden soylu ve
kültürlü oldukları anlaşıldığı halde ona gayet nazik ve alçak gönüllü
davranmışlardı. Yoksul bir çoban olduğu için horlanmamış, kendisine kaba
davranılmamıştı. Oysa şehirdeki soylu ve zenginler her zaman onu horluyorlardı.
Kendisini insandan bile saymıyorlardı.
İyi kalpli çoban, Müslümanları yanına oturttu. Koyunlardan
sağdığı sütü çanak içinde ikram etti. Tatlı
bir sohbete daldılar. Zavallı çoban, kendisine saygıya değer
bir insan olduğunu, diğerlerinden hiçbir farkının olmadığını hatırlatan
Müslümanları o kadar sevmişti ki, bir ara:
-Yüce Jupiter sizinle olsun! Diye bağırdı.
Müslümanlardan biri, yumuşak bir sesle:
-Adını öğrenebilir miyim? Diye çobanın sözünü kesti.
-Habip… Habib’ün-neccar.
-Bak habib kardeş! Sana garip gelebilir ama biz aslında
jupiter diye bir varlığın olduğuna inanmıyoruz. Jupiter ve diğer tanrılar,
insanların uydurdukları birer puttan ibaret.
Çoban, şaşkınlıktan gözleri faltaşı gibi açılarak garip
yabancılara bakakaldı. Sonra ürkerek mırıldandı:
-Siz, tanrılarımızı kabul etmeyen yeni dinden, Nasıralı
İsa’nın dininden misiniz yoksa?
-Evet… Allah’ın Peygamberi İsa Aleyhisselamın hak
dinindeniz! Şunu bil ki bütün kainatta tek bir ilah vardır, o da Allah’tır.
Hepimizi Allah yarattı. Sonra doğru yolu bulmamız için bize Peygamberler
gönderdi. İsa Aleyhisselam o Peygamberlerden biridir sadece.
Çoban Habib’ün-Neccar, ilk önce Müslümanlara şiddetle itiraz
etti. Lakin Müslümanların ikna edici delilleri, akla yatkın cevapları
karşısında iyi yüreği yumuşadı; kalbinde Allah’la alakalı büyük bir ilgi
uyandı. Sonunda dayanamayıp Allah’ın hak dinine teslim oldu.
Birkaç saat önce sıradan bir putperest iken, şimdi kalbi
Allah sevgisiyle coşan yeni mümin Habib’ün-Neccar , Müslüman kardeşleri ile
kucaklaştı, sonra kaygıyla sordu:
-Siz yoksa buraya insanları Allah’a davet etmeye mi
geldiniz?
Müslüman davetçiler coşkuyla:
-Evet! Diye karşılık verdiler.
-Bu şehirde çok kötü insanlar yaşıyor. Yeni dinin
mensuplarına karşı içleri kinle, nefretle dolu. Korkarım sizi dinlemezler.
Hatta öldürebilirler de!
Az önce çobana Allah’ı anlatan Müslüman, bakışlarıyla çobanı
sakinleştirmeye çalışarak:
-Görevimizi yapmak zorundayız! Dedi. Ne kadar riskli olursa
olsun, Rabbimizin dinini insanlara götürmeliyiz. İnsanlar, içine düştükleri bu
derin cehaletten, bu korkunç sapkınlıktan kurtulmalılar. Gerekirse bu uğurda
canımızı seve seve veririz! Allah yolunda şehit olmak en arzuladığımız şeydir.
Çoban, Müslüman davetçilerin kararlı olduklarını görünce
şöyle konuştu:
-Madem her türlü tehlikeyi göze alıyorsunuz, Allah
yardımcınız olsun! Bugün şehrin önemli kişilerinden biri öldü. Yanılmıyorsam şu
an bütün şehir halkı mezarlıktadır. Mezarlığa giderseniz şehir halkını topluca
irşat edebilirsiniz.
Müslümanlar kararlı adımlarla mezarlığın yolunu tuttular.
Mezarlık, şehrin öbür ucundaydı.
Yeni Müslüman olmuş çobanın gönlü rahat değildi. Şehir
halkının davetçilere zarar vermesinden korkuyordu. Böyle çaresizce yerinde
oturamazdı. Sonunda dayanamadı. Koyun sürüsünü bıraktı. Gizlice, saklana
saklana Müslüman kardeşlerinin peşine takıldı.
Şehir halkı geniş, otlarla kapalı bir mezarlıkta
toplanmıştı. Soylular, zenginler, fakirler kısacası herkes oradaydı. Şehrin
ileri gelenlerinden birini gömüyorlardı.
Şehirliler üç yabancı İseviyi karşılarında görünce
şaşırdılar. Meraklı gözler yabancılara çevrildi.
Az önce çobanın imana gelmesinde etkili olmuş İsevi Müslüman
orda bulunan bir kayanın üstüne çıktı. Kararlı bir sesle şöyle bağırdı:
- Ey insanlar! Biz, Allah’ın aziz peygamberi İsa’nın
elçileriyiz! Buraya sizleri hakka davet etmeye geldik. Ellerinizle yaptığınız
anlamsız putlardan tapmaktan
vazgeçip Allah’ın peygamberine uyun! Sizi kurtuluşa
ulaştıracak tevhid dinine gelin!
Ancak davetçi sözlerinin sonunu getiremedi. Mezarlıkta
bulunan şehrin ileri gelenleri bağırıp çağırmaya, hakaretler, tehditler
savurmaya başladılar.
- Şu sapık, dinimize dil uzatıyor!
- Susturun şu fitnecileri!
- Yüce ilahlarımıza saldırmak neymiş göstereceğiz size!
Davetçi, tehditlere aldırmadı. Tekrar bağırdı:
- Ey Allah’ın kulları! Sizi yaratıcınıza çağıran bizlere
neden öfkeleniyorsunuz? Mutluluğunuzu arzulamaktan başka bir amacımız yok!
Şehir halkının yiğit tevhid erlerini dinlemeye hiç niyeti
yoktu. Onların kalpleri körelmiş, gözleri hakkı görmez olmuştu.
Mezarlıkta toplanan şehirliler, İsevi gençlerin
tepliğlerinden ısrar ettiklerini görünce taşlarla onlara saldırdılar.
İşlerin kötüye gittiğini hisseden çoban, gizlendiği yerden
çıktı. Yanık bir sesle şehirlilere yalvardı:
- Bu yiğit gençlere zarar vermeyin! Onlar sadece iyiliğinizi
istiyorlar! Onlara uyun! Sizden herhangi bir ücret istemeyen, çıkarları peşinde
koşmayan bu samimi gençlerin çağrısına kulak verin!
Şehrin kibirli zenginlerinden biri:
- Şu Çoban parçasının söylediklerine bakın hele! Diye
bağırdı. Yoksa sen de mi atalarının dinini bıraktın?
Habib’ün Necar, parlak bakışlarını kibirli zenginin yüzüne
dikti.
- Atalarım sapkınlık üzerinde iseler neden onları
bırakmayayım? Beni yüce yaratıcıma çağıran bu imanlı gençlere neden uymayayım?
Vallahi ben de bu gençlerin dini üzerindeyim!
Zengin adam, ağzından köpükler saçılarak elindeki taşı
çobana fırlattı.
- Öyleyse sen de öl!
Kocaman taş hızla yüreği iman aşkıyla coşan yiğit çobanın
anlına çarptı. Çoban sendelledi. Yere düşmemeye çalıştı. İkinci taşın
çarpmasıyla gözleri karardı. Bilinci kayboldu.
İmanı için hayatını hiçe sayan çoban Habib’ün Necar, taş
yağmuru altında yere düştü. Dudaklarında mutlu bir gülümseme belirdi ve şehit
oldu. Taşların altında can veren yiğit İsevi gençlerin ruhlarıyla beraber olun
ruhu da yücelere yükseldi.
Rabbi ona:
- Gir Cennetime! Dedi. Huzura ermiş bir kalple… mutmain
olmuş bir nefisle…
Çoban Habib’ün Necar, cennetin sonsuz nimetlerine doğru
kanat çırparken:
- Keşke! Diye mırıldanıyordu. Keşke Rabbimin bana bahşettiği
nimetlerden halkımın haberi olsaydı. Allah’ın katındaki yüce makamımı keşke
bilselerdi! Keşke…