Son yıllarda Avrupa ülkelerinde polis teşkilatlarında,
devlet kurumlarında ve geniş halk kesimlerinde etkisini artıran, gittikçe
yaygınlaşan bir desteğe sahip olan ırkçı, faşist akımların baskı ve
aşağılamalarından usanan yabancılar, göçmenler, Afrika ve Asya kökenli
topluluklar sonunda isyan noktasına geldi. Irkçılığın, faşizmin, Nazizm’in en
çok hissedildiği Fransa’da ezilenler sokaklara indi ve dinmeyen bir öfkeyle
zalimlere nefret kusuyorlar.
Fransa sokaklarını savaş alanına çeviren, birçok Fransa kentinde
iç savaş görüntülerine yol açan isyan dalgası birdenbire, kendiliğinden
gelişmedi. Fransa’da uzun bir müddettir Nazizm’in ayak sesleri duyuluyordu. Fransız
olmayan milyonlarca insan, özellikle Afrika kökenliler ve Müslümanlar
ayırımcılığa uğruyorlar, birçok haktan mahrum bırakılıyorlar, bakım ve
hizmetten yoksun gettolarda yoksulluğun her çeşidini yaşamak zorunda
kalıyorlardı.
Bütün bu haksızlık ve ayırımcılığın, yoksulluğun ve
işsizliğin üstüne faşist, ırkçı akımların etkisindeki yöneticilerden, yetkililerden
azar işitiyorlar, aşağılanıyorlar, inançlarına ve yaşam tarzlarına yönelik
yasaklara ve müdahalelere göğüs germek zorunda kalıyorlardı.
Özellikle 66,9 milyonluk Fransa’nın yaklaşık %10'una denk
gelen 6 milyondan fazla Müslüman bu baskı ve zulümleri, faşist uygulamaları
iliklerine kadar hissediyorlardı. Dediğim gibi, Fransa toplumu üzerinde
etkisini gittikçe artıran faşist, Nazi kalıntısı akım ve gruplardan oy alma
hırsıyla hareket eden ve zaten zihin yapıları da buna uygun olan Fransız
yetkililer, cumhurbaşkanından belediye başkanına kadar sürekli Müslümanları
aşağılıyorlar, Müslüman din adamlarını terörist ilan edip ya tutukluyor ya da
sınır dışı ediyorlar, camilerin kapısına kilit vuruyorlardı. Müslüman
kadınların tesettürlerine yönelik yasaklar okullardan devlet dairelerine kadar
geniş bir alana yayılmış durumdaydı. Fransız yetkililer kameraların karşısında
ülkelerinde yaşayan milyonlarca Müslümanın duygularını hiçe sayarak İslam’a dil
uzatıyorlar, İslam ile terörizmi aynı kefeye koyuyorlardı.
Kuşkusuz bütün bu olumsuzluklar karşısında sabreden
Müslümanları ve diğer Afrika, Asya, Latin Amerika kökenlileri, göçmenleri,
yabancıları isyan noktasına getiren şey polis şiddeti oldu. Faşist, ırkçı
grupların kontrolünde olan Fransa Polis Teşkilatının yabancılara yönelik keyfi
uygulamaları, tırmanan şiddet politikaları öfke patlamasına yol açtı. Öldürülen
masum genç, taşmak üzere olan bardağı taşıran son damla oldu.
Halkın, özellikle yaygın polis şiddetinin kurbanları olan
gençlerin isyanı, öfke patlaması karşısında öz eleştiri yapıp, yanlış uygulama
ve politikalarından ötürü özür dilemesi gereken, yanlışlarını düzeltme sözü
vermesi gereken Fransa hükümeti haklı protestolar karşısında daha büyük bir
polis şiddetine başvurmayı tercih ediyor. Faşizan uygulamaları daha da
sıkılaştırıyor. Eylemci gençlerin ailelerini hapis ve para cezasıyla, sınır
dışı etmeyle tehdit ediyor. Karşısında
donanımlı bir düşman ordusu varmış gibi ağır silahlarla, sınırsız ve orantısız
bir şiddetle göstericilere müdahale ediyor.
Evet, sözde özgürlükler ülkesi olan Fransa’da Nazi rejiminim
ayak sesleri geliyor. Bu ayak sesleri aslında tüm Avrupa’da, Amerika’da ve
Batılı ülkelerde duyulmaya başladı.
Batı uygarlığı, yüzüne taktığı özgürlükler, insan hakları,
demokrasi, adalet maskesinden çok çabuk bıktı. Çıkarlarını tehdit altında gören
Avrupa, şimdiye kadar sözde tapındığı tüm değerlerini helvadan bir put gibi
çekinmeden mideye indirmeye başladı.
Herhangi bir İslam ülkesinde, İran’da, Türkiye’de veya başka bir İslam coğrafyasında İslam’ı referans alan büyük kitlelerin taleplerini görmeyen ama küçük bir azınlığın, çoğu defa art niyetli ve dış destekli hoşnutsuzluğunu bahane edip insan hakları ve özgürlükler adına dünyayı vaveylaya veren Avrupa ülkelerinin Fransa’daki olaylar karşısında sağırları ve körleri oynaması, Batının iki yüzlü, sahtekâr tavrını ispatlayan sayısız örnekten sadece biri olarak karşımızda duruyor.