Çokça dillendirilen bir şey vardır: “İki milyar Müslüman” neden soykırımcı Siyonist çete karşısında bir şey yapmıyor?

Rakamlar belki meselenin vahametini anlatmak için önemlidir; ama bu söylemin konuyu çok fazla yüzeysel olarak değerlendirmekten kaynaklı ciddi problemleri vardır.

Soykırımcı Siyonist çetenin varlığı sadece Müslümanlar için değil dünyada insanlığını kaybetmemiş, insani ve ahlaki değerlere önem veren herkes için sorundur. Bu sorunun çözümü de anlaşmak, uzlaşmak, iki devletli çözüm, demokrasi gibi şeyler değil, sorunu kaynağında kurutmak, Siyonist varlığı sonlandırmaktır. Aksi takdirde Batı’ya büyük acılar yaşatan 2. Dünya savaşı benzeri travmaların yeniden yaşanması için işaretler belirmiştir ki, bu kez proje tümüyle Siyonist mimari tarafından çizilmiş, detaylandırılmıştır.

Öte taraftan “iki milyar Müslüman” içerisinde bulundukları coğrafyada huzurlu yaşayan neredeyse hiç kimse yoktur.

Kuzey ve Orta Afrika, çatışma ve çekişmelerin içerisinde debeleniyor. Sudan, Libya, Somali ve Mali gibi yerlerde iç savaş yaşanırken, Cezayir ve Fas arasında her an patlaması muhtemel bir çatışma riski söz konusudur.

Ortadoğu uzun süredir işgaller ve iç karışıklıklarla boğuşmaktadır. Nispeten durulan Afganistan Pakistan ile karşı karşıya getirilmek isteniyor. Irak etnik, mezhebi ve siyasi çekişmeler arasında gel gitler yaşıyor. Suriye’de herhalde bazı Suriyelilerden başka kimse sükûnet istemiyor.

Orta Asya her an patlayacak gerginlikler yaşıyor.

Uzak Asya ve Hint alt kıtasında çatışma, savaş ve katliamlar kesintisiz bir şekilde devam ediyor.

Böyle bir ortamda Müslüman halklar, Gazze için bir şey yapamamanın acısıyla yanarken, işbirlikçi yönetimlerde ihanet planları ardı ardına devreye sokuluyor.

Evet, asıl sıkıntı budur!

Soykırımcı rejime ambargo bile uygulanamamasından söz etmiyorum.

İşgal altındaki topraklara en yakın iki ülkeden, iki işbirlikçi rejimden söz edelim istiyorum.

Gazze’ye bitişik olan Mısır’ın insanlar açlıktan ölürken yardım için bir teşebbüste bulunmamasını, sınır kapısı açık olduğunda bile sınırlı sayıda geçişe izin verdiğini unutmayalım. Sırf soykırımcı teröristler istiyor diye Gazze sınırına altı katmanlı duvar örmüş Mısır hükümeti! Tespit ettiği tünellere su basıp hem gizlice yapılan yardımları engellemiş hem de tünellerde Gazzelilerin ölümüne neden olmuşlar.

“Bunlar nasıl Müslüman?” diye soruyorsunuz haklı olarak.

Ama şunu unutmamak lazım.

Mısır’da halkın seçtiği hükümete destek olmak için protesto edenlere vahşice saldıranlar Siyonist rejimin askerleri değil, Mısır askerleriydi. Secdedeki insanların kafasına keskin nişancı atışıyla kurşun yağdıranlardan, şehid cenazelerini yakanlardan söz ediyoruz!

Bir de Ürdün var tabii.

Savaş uçakları, tankları, füzeleri olan bir ülke…

Ürdün topraklarının bir kısmı resmen Siyonistlerin işgali altında ve öyle anlaşılıyor ki, Ürdün’deki kral bunu hiç sorun etmiyor. Ama soykırımcı Siyonist teröristlere karşı eylemlere engel oluyor, protestoculara karşı şiddet uyguluyor. Haşimi krallığının başında bulunan kişi, babası ve dedesinin yolunu sürdürüyor ve ihanet halkalarına yenilerini ekliyor. Siyonist teröristler izin verdiğinde bile Gazze’ye yardım girişlerine kralın adamları engel oluyor.

Siyonist teröristlerle her türlü işbirliğini gizlemeden yapan emirliklerden, soykırımcıya “dost” diyen ve onu petrol ile besleyen diktatörlerden, ticareti kesmeyen ya da farklı isimler altında devam ettirenlerden söz etmeye gerek var mı?

Demek ki mesele iki milyar olmak değilmiş.

Mesele Mehmed Göktaş Hocanın dediği gibi “Direniş Peygamberi”nin elini bırakmaktır.

Ümmet, ne zamanki Aziz Peygamberin elini bıraktı, Onun yolundan başka yollarda huzur aradı, kardeşliği unuttu ya da alanı daralttı, zillete düştü ve düşmana karşı korku hissetmeye başladı.

Oysa düşman bizden korkmalı değil miydi?