Gündemin bazen hem mide hem de
zihin bulandırdığını biliyorsunuz. Gelin gündem dışına çıkıp temiz bir hava
alalım.
Size, ilginizi çekeceğine
inandığım bir hadise anlatacağım. Geçenlerde oğlum ile televizyonda konusu
tarih olan bir yarışma programı izliyorduk. Yahudi kamplarıyla ilgili bir soru
çıktı. Ben de oğluma o olaylara ilişkin bir hadise anlattım. İlginç ve faydalı
olan bu hadiseyi size de aktarmak istiyorum.
Sizi 1930 yılına, Yahudi ve
Almanların beraber yaşadığı Polonya’nın bir şehrine götüreceğim. Konumuz bir
Yahudi haham ve bir Alman köylüsü…
Haham sabah yürüyüşünü kendisine
adet edinmiş, yürüyüşe çıkarmış. Haham, yolu üzerinde her sabah bir Alman
köylüye rastlar ve ona “Selam Müller” diyerek selam verirmiş. Müller başta bu
selamı ciddiye almamış, hahamın kendisiyle alay ettiğini düşünmüş, ciddiyetini
görünce de hahamın kendisine içten selam verdiğine kani olmuş. Bu selam, Alman
köylüyü balmumu gibi yumuşatmıştı. Artık Alman köylü ve haham “selam dostu”
olmuşlardı.
-Selam Müller!
-Wey Müller’in başı gözü üstüne!
Bu selam onları kaynaştırmıştı.
Feleğin çarkları başka bir
şekilde döndü ve Nazilerin zamanı geldi. Almanlar, Yahudileri kamplara
topladılar. Haham ve ailesi de kampa götürülmek üzere alınmışlardı…
Götürüldükleri kamp uzaktan
görünüyordu. Baktılar ki bir komutanın elinde bir çubuk ve o çubukla bazılarına
sağ tarafı, bazılarına sol tarafı göstererek onları işaret ettiği tarafa
gönderiyordu. Yahudi haham biraz daha yaklaşınca sola gönderilenlerin
öldürüldüğünü, sağa gönderilenlerin de serbest bırakıldığını anladı. Yani
onların hayatı komutanın elindeki çubuğa bağlıydı. Kişilerin sağa veya sola
gönderilmelerinin de herhangi bir ölçütü yoktu. Her şey Alman komutanın keyfine
ve insafına kalmış bir şeydi. Haham, ailesiyle beraber Alman komutanın başında
bulunduğu kampa yaklaştı. Kaderi için en hassas evreden geçiyordu. Sağa mı
yoksa sola mı gönderilecekti? Tamam mı, devam mı, noktasına yaklaşıyordu. Bu
onun sırat köprüsüydü…
Eğer Türk filmlerini çok
izlemişseniz, kampın başındaki komutanın kim olduğunu tahmin etmişsinizdir.
Evet, komutan, hahamın her sabah kendisine selam verdiği Alman köylü Müller’den
başkası değildi. Haham ölümüne de olsa istifini ve kuralını bozmadı ona
yaklaşıp bir daha:
-Selam Müller, dedi.
Hâlâ hikâyemizin devamını merak
ediyor musunuz? Az önce dediğim gibi eğer Türk filmlerini çok izlemişseniz,
hikâyenin devamını getirmeme gerek yok. Çünkü bu hikâye de mutlu sonla bitmiş.
Herhalde haham o sabah selamlarının bir gün onun kurtuluşuna vesile olacağını
hiç düşünmemişti. Haham sağ tarafa gönderilmişti. Yani kurtulmuştu. Yaptığı
iyilik boşa gitmemişti.
Sizce Yahudiliğin propagandasını
mı yaptık? Sizi bilmem, ama ben bu hikâyeyi ilk öğrendiğimde aklıma Peygamber
Efendimizin şu hadis-i şerifleri gelmişti:
“… Size yaptığınız zaman
birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.”
“Şu üç haslet kimde bir araya
gelirse o kâmil imana kavuşmuş olur. Nefsine zulüm etmemek, selam vermek ve
yoksullukta Allah için infak etmektir”
“Tanıdığın ve tanımadığın
kimselere selam vermek” de peygamberimizin övdüğü bir haslettir.
“Güzel bir söz kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.” (İbrahim
24)
Şu haham hikayesi nedeniyle
birkaç hadis ve bir ayet zikrettik, dolayısıyla haham üzerinden dinimizin
propagandasını yaptık. Vallahi dinimiz güzel bir şey, ama ne yaşıyoruz ne de
kıymetini biliyoruz. Peygamberimizin bir hadisinin pratiğinin bir hahamın
hayatını nasıl kurtardığını gördük...
Diye yazmıştım bir zamanlar…
Gündemin dışına çıkarken bu yazım ile karşılaştım. Sizinle de paylaşmak
istedim.
Unutulmamalıdır ki iyiler hep
kazanır. İyilikler karşılık bulur. İyilik yeşeren tohum gibidir. İyilik eken,
iyilik biçer. İyilik yapan, iyilik bulur. İyi ol işlerin iyi olur.