Nasıl mı tanıyacağız? Biz öldüğümüzde dünyadan neyin eksildiğine bakarak kendimizi tanıyacağız.

Ama biz ölüp gittikten sonra bunu nasıl öğrenebileceğiz?

Çok kolay bu, çevremizden ölüp gidenlere bakarak, onlar ölüp gittiğinde dünyadan neyin eksildiğine bakarak bal gibi öğrenebiliriz.

Evet, biz ölüp gittikten sonra dünyadan ne eksilmiş olacak hiç düşündünüz mü? Dünyanın hiç umurunda olmayacak mı bizim gidişimiz?

Bir ağaç bile öldüğünde, kuruduğunda, kesilip yıkıldığında fark ediliyor onun yokluğu. Nice kuşlar üzülüyor, nice insanlar üzülüyor, meyvesinden yiyen bütün canlılar bunun farkına varıyor, hiç olmasa gölgelenenler, sırtını yaslayıp dibinde oturanlar bile giden bu ağacın farkına varıyorlar.

Parktaki bir kanepenin sökülüp götürülmesi, merdiven çıkışındaki bir korkuluğun yok oluşu bile birilerini üzerken, eğer bizim ortadan yok olup gidişimiz hiç kimseyi ırgalamıyorsa yazıklar olsun bize, öyle değil mi?

Gerçi bu dünyadan bu şekilde sıfır itibarla yok olup gitmekten daha da kötüsü vardır. Kur’an-ı Kerim’in kelimeleriyle,

“Defolup gittiler, Yazıklar olsun, Lanet onların üzerine olsun, Uzak olsunlar…” diye anılmak da var.

Hangi şair söylemişse bilmiyorum fakat zalim ve fasık birisi için ne de güzel söylemiş:

Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur,

Yıkıldı gitti dünyadan, dayansın ehli kubûr

Bizim bu dünyadan gidişimizin farkına varacak olanlar kimlerdir hiç tahmin etmeye çalıştınız mı?

“Eyvah, mahallemizin cömert abisi yok artık!” diye çocuklar üzülecekse ve sizin yokluğunuzun farkına varacaklarsa, daha sonra sizi hep özlemle anacaklarsa ne mutlu size.

“Ne acı, köyümüzün, çevremizin küslerini barıştıran, ara bulucu amcamız artık aramızda yok, bundan sonra bu işleri kim yapacak?” diye arkamızdan üzüleceklerse, bizim ölümümüzle birlikte dünyadan önemli bir şey eksilmiş demektir. Bu durumda ne mutlu bize!

Köyümüzde bir Nadiye Halamız vardı, Allah rahmet eylesin, onun ölümüyle köyümüzün ne büyük bir üzüntüye kapıldığını hiç unutmam. Çünkü bütün kırıkları çıkıkları iyileştirir, bütün bel ağrılarını o tedavi ederdi, köyümüzde gezip dolaşan ne kadar insan varsa büyük bir kısmının doğum ebesi o idi ve bütün bunları sadece Allah rızası için yapardı, hiçbir karşılık almazdı. İyilikten, hayırdan başka bir şey bilmezdi. Nadiye Hala vefat ettiğinde köyümüz gerçekten çok büyük bir şey kaybettiğinin farkına vardı.

Ya bir de ölüp giden kişi İslam Davasının önemli bir ferdi ise, çevresine Allah’ın dinini öğreten, anlatan, yaşatan birisiyse dünyadan nelerin eksildiğini artık siz düşünün.

Hazreti Ali (r.a) buyurur ki: “Bir alim vefat ettiğinde İslam’da öyle bir gedik açılır ki, kıyamet gününe kadar o gedik bir daha kapanmaz.”

Meşhur hadisi şeriflerde buyrulduğu üzere, yani Muhammedî ölçüye göre; “Âlimin ölümü, alemin ölümü gibidir. Bir kabilenin toptan ölümü, Allah katında bir tek âlimin ölümünden daha basit ve kolaydır.”

Bütün bunlardan sonra artık bir takım değerlere sahip olmamız gerektiğini anlamışızdır. Bugünden tezi yok, erdemlerle donanmamız ve bu dünyadan, onları bırakarak gitmemiz gerekiyor öyle değil mi?

Cumanız mübarek olsun!