Dernek ve yardım faaliyetlerini riske atacak, ciddi hak
kayıplarına yol açacak, avukatları muhbirleştirip, STK’ları işlevsizleştirecek yasa
Cumhurbaşkanı tarafından VETO edilmesi gerekirken onaylanıp yasalaştı. Söz
konusu yasa, kadim coğrafyamızın ve medeniyetimizin en güzel yansımalarından
biri olan yardımlaşma geleneğimizin temsilcisi STK’larımızı baltalama girişiminden
başka bir şey değildir, olmayacaktır.
Daha uygulanmadan kamuoyunda büyük bir huzursuzluğa sebep olduğunu
görebiliyoruz. Hepinizin malumudur ki, İstanbul sözleşmesi bir bataklık gibi
suçlu üretti. BMGK’nın her gün yeni suçlular üretip toplumda derin yaralar açacağına
hepimiz boynu bükük şekilde şahit olacağız. (umarım ki yanılırım)
Geçen bir arkadaşla bu konuyu konuşurken bana dedi ki,
Süphanallah her vakit Müslümanları en çok mustarip olduğu konulardan vuruyorlar.
Dedi ve Feqîye Teyran’dan günümüze gelen bir efsaneden kesitler ekledi. Doğru
mu, değil mi? Allah bilir. Ama biz Konumuzda yer vereceğiz, kesit şöyle;
“Feqî, yirmi yaşına kadar olduğu yerde çeşitli camii ve
medreselerde okur. Fakat geldiği seviye daha büyük medreselerde okumasını
gerektirir. Bundan dolayı da, Feqîyê Teyran Cizre’ye gitmeye karar verir. Kısa
bir hazırlık döneminin ardından, Feqîyê Teyran Cizre’ye gidecek kervanına katılır.
Yaklaşık bir haftalık Cizre yolculuğuna başlayan Fekîyê Teyran boş zamanını değerlendirmek amacı ile
daha önce aldığı dersleri ve yazmış olduğu şiirlerini ezberlemeye çalışır. Bu
arada yolcular arasında Tuma adında bir de rahip vardır. Feqîyê Tayranın
hareketleri onun dikkatini çeker. Tuma bu genç adam, okumuş ve kültürlü bir
insana benziyor. Onunla yol arkadaşı
olup, sohbet ederek yol alırsak, yolculuğumuz daha rahat geçer diyerek kendini
tanıtır. Fakat feqî okuduğu derslerin etkisinden olacak ki Tuma’nın ne
konuştuğunu bile duyamaz. Tuma buna sinirlenir.
—Tuma: Seninle konuşuyorum be adam sağır mısın?
Çalıştığı derslerin etkisinden sıyrılan feqî birinin
kendisiyle konuştuğunu geç de olsa fark edip; buyurun, bir şey mi istediniz?
Der.
—Tuma: Seninle yol arkadaşı olmak istiyorum. Bildiğin gibi
yolumuz uzun. Sohbet edip yola devam edersek daha rahat bir yolculuk yapmış oluruz
diye düşündüm.
Feqî, teşekkür ettikten sonra, sohbet edecek zamanının olmadığını
derslerini çalışmak zorunda olduğunu beyan eder.
Teklifinin kabul edilmediğini anlayan inatçı yapıdaki Tuma çileden
çıkar ve Feqî’nin peşini bırakmaz. Her fırsatta onunla konuşmaya çalışır.Feqî ise
Tuma’nın bu davranışından dolayı çok rahatsız olur. Tuma ile hiç muhatap
olmamak için elinden geleni yapar. Bunun içinde kararlıdır. Ama Tuma abuk-sabuk
sorularını sormaya devam eder.
Fekî'nin anlamsız fısıldaşmalarını duyan Tuma, Allah aşkına
bu konuştukların hangi dildir. Daha önce ben böyle bir dile rastlamadım.
Etrafta da kuşlardan başka kimsecikler de yok.
Yoksa kuşlarla mı konuşuyorsun.
Feqî, Tuma’nın Allah aşkına lafına karşı cevap vermek
zorunda kalır. Bir an kendinden uzaklaştırmak için, evet ben kuşlarla
konuşuyorum. Başka bir diyeceğin var mı? Bırak peşimi, yeter senden çektiğim demesi,
Tuma’nın geri adım atmasına vesile olmuş, fakat kini iki misli artmış vaziyete varmıştır.
Fekî’nin konuşmasını kendisine yapılmış bir hakaret olarak kabul edip, bunu
karşılıksız bırakmamaya, öç almaya karar veren Tuma’nın aklından türlü türlü
şeytanlıklar dolaşmaya başlar. Ve aklına Cizre Emiri’nin yıllardır bir
hazinenin peşinde olduğu, kazdırmadığı yer kalmadığı, ne kadar âlim, ulema ve
medyum varsa hepsinden yardım istediği halde hazinenin yerini bulamadığı gelir.
Ben Emire bu adam kuşlarla konuşuyor. Bu adam hazineyi bulabilir desem, hem
emirin gözüne girmiş olurum, Hem de bu Feqî’den intikamımı almış olurum diye
düşünür.
Nihayet Cizre’ye varırlar. Feqî bir caminin hücresine, Tuma
da Emir’in bulunduğu konağın yolunu tutar. Emir’in divanı şehrin erkân ve
illeri gelenleri ile doludur fakat emir dâhil, herkes sıkıntılı ve suskundur,
kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Bu durumu gören Tuma, tam bana göre bir ortam
diye düşünerek, sessizce bir kenara oturur. Biraz bekledikten sonra, dikkatleri
üzerine almak için, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi yanındaki adam ile fısıldaşır.
Ne oldu ki herkes suskundur?
Yıllardır emir bir hazine arıyor ama bulamıyor. Son
kazıların yapıldığı yerden çok umutlu idi, ne yazık ki oradan da bir şey
çıkmadı der adam.
Bu fısıltısı Emir’in dikkatini çeker. Ve hiddetle, ne fısıldıyorsunuz
kendi aranızda? Tuma:
Emirim, huzurunda konuşmak haddim değildir. Lakin senin
sıkıntılarını giderecek birini tanıyorum der.
Tüm umutlarını yitiren emir, Bu haberi doyunca birden
gözleri açılır. Ve yeni umutlar filizlenir. Yanına çağırtıp bu adamın kim
olduğunu sorar.
Tuma da, Feqî ile yol arkadaşı olduğunu, kuşlarla
konuştuğunu, onun bulabileceğine emin olduğunu söyler.
Emir, bu adam her nerede olursa olsun hemen yanına
getirilmesinin talimatını verir. Askerler uzun bir arama çalışmasının ardından,
feqî’yi caminin hücresinde bulurlar. Suçu sabit bir kaçak gibi yaka- paça
bağlanıp, emir in huzuruna çıkarırlar.
Emir hazinenin nerde olduğunu, Feqî de ne hazinesinden
bahsettiklerini bilmediğini söyler.
Emir, yılardır biz bir hazine arıyoruz fakat bir türlü
yerini tespit edemedik. Tuma da senin kuşlarla konuşabildiğini ve bu hazinenin
yerini bula bileceğini söylüyor.
Feqî, bakın ben henüz hoca bile olmamış bir feqeyim. İlmim
ne ki hazine bulayım. Kaldı ki ben Hz. Süleyman mıyım ki kuşlarla konuşayım. Bu
tür mucizeler Allah’ın peygamberlerine mahsustur. Tuma ya gelince de o adam
yalancının tekidir. Ona inanmayın.
Bu konuşmayı duyan emir iyice sinirlenir. Tuma’yı yanına
çağırarak hiddetlenir.
Tuma, inanmayın emirim adam kendini kurtarmak için sizi
kandırıyor. Adamı biraz sıkıştırırsan her şeyi söyleyeceğinden eminim.
Bunun üzerine komutanlar feqe yi işkence için zindana
götürüp bir sürü işkenceden geçirirler. Bununla kalmayıp yemek vermedikleri
gibi ibadet etmesine de izin vermezler. Fakat hiçbir bilgisi olmadığı için laf
da alamazlar. Bu durumu Emir’e, Emir de Tuma’ya bildirir.
Tuma: Emir’im yeminler olsun yalan söylemiyorum, bu adam bu
hazineyi çıkartma yeteneği vardır, kendi gözlerimle gördüm. Ama adam belli ki
inat ediyor. Eğer izin verirseniz, bu adamı konuşturmanın bir yolunu biliyorum.
Siz onu zindana atıp aç bıraktınız ama burası bir Müslüman beldesi
hayırseverler pencereden ekmek atıyorlar. Onun yolunu kapatırsanız, kimseden
yardım almazsa zor durumda kalır ve istediğimizi yaptırabiliriz der.
Ve öyle yaparlar.
Hayırsever halkın ekmek vermesi de kesilince hepten bi çare
Allah’a sığınır. Ben ne yapayım ya Rab, dua etmekten başka çarem yok der ve
duaya sarılır. O sırada aklına bir fikir gelir, hemen faaliyete koyar.
Gidin Emir’e haber verin, hazinenin yerini söyleyeceğim der.
Bu haberi duyan emir çok sevinir derhal feqî'yî zindandan çıkartıp, huzuruna
getirtirler.
—Feqî: hazinenin yerini söyleyeceğim ama benim de şartlarım
vardır der.
Sen bu hazinenin yerini söyle senin tüm isteklerini yerine
getireceğimden şüphen olmasın der Emir.
—Feqî: her şeyden önce iftiracılara ibret olması için
Tuma’yı zindana atacaksın. Daha sonra kırk gün buyunca şenlik ilan edip bu süre
zarfında her gün yüzlerce koyun kesip fakir halkın bundan yemesine imkan
sağlayacaksın. Kırkıncı günün sonunda hazinenin yerini sana söylerim.
Feqî’nin bu şartları ağır gelir ama Emir kabul eder. Ve
fakir, muhtaç, kimsesiz insanlar için 40 günlük ziyafeti başlar. Fakir halk
hayatında böyle bir ziyafet görmemiştir. Herkes bu ziyafete sebep olan feqî’ye
dua eder. Yenilen yemeklerin ve etlerin artıklarını da düzenli bir şekilde bir
kenara bırakılır. Çevredeki yabani hayvan ve kuşlar da bu artıklardan istifade
ederler.
Sayılı günler çabuk geçer. Nihayet kırkıncı gün gelir,
sabahın erken saatlerinde kalkan feqî sabah namazının ardından, dua etmeye
başlar. “Ya Rabbim, bu musibetten, bu beladan ancak sen beni kurtarabilirsin.’’
Dedikten sonra Tevekkül edip Emir ile beraber atık yemek ve etlerin atıldığı
yere doğru giderken, umutsuzca etrafı gözetler. Birden bir çalının altında bir
kuş yumurtası gözüne çarpar. Kendi kendine ben hazine burada desem belki
haftalarca kazarlar. Azda olsa zaman kazanmış olurum diye düşünür. Hiç vakit
kayıp etmeden Emire haber verir. Emir yanına gelir gelmez hani ben kuşlarla
konuşuyorum ya, kuşlar bana söyledi, hatta ispatı içine hazinenin bulunduğu
yerde yumurtlamış.
İşçilere hemen emir verilir ve kazı başlar.
Bu arada feqe de bir kenarda, bir yandan kazıları izlerken,
diğer yandan bu işin akıbeti nereye varır, diye derin bir düşünceye dalar.
Vakit epey ilerlemiş akşama doğru “bulduk bulduk” diye yüksek bir sesle yükdelir.
Tevafuken bulduğu hazine sayesinde halk arasında adı FEQE
TAYRAN olarak yayılır. Herkesin nazarında hazinenin yerini kuşlar feqe ye göstermiştir.
Emir ise bulduğu hazine onu çok mutlu etmiştir. Feqî’ye
istediği kadar altın alabilirsin demişse de feqe kabul etmeyip halka
dağıtmasını istemiştir.
Mesele orda kalsın biz konumuza dönelim. Müslüman yardımsever
halkımız gerek yurt içindeki fakir ve muhtaçlara gerek de yurt dışında bulunan kimsesizlere
kimse olabilmek için ellerindeki tüm gayretleri seferber ederek yardıma koşardı.
İşte bizleri bu güzel hasletimizden vurmaya çalışıyorlar. Onların
istemediklerine yardım yapılırsa her an terörist damgasıyla karşı karşıya
kalınabilir, mal varlıklarına el konulabilir.
Bizim medeniyet o kadar insanlığa meyilli ki muhtaç durumda kalana
yardım elini uzatır. Fêkî gibi ölüme bile gitsek, muhtaçlar 40 gün yemek
yiyebilsinler fikri aklımıza gelir.
Filistin, Çeçenistan, Suriye, Irak, Doğu Türkistan, Yemen,
Arakan, Myanmar, Afrika ve daha nice yardımları dört gözle bekleyen sahipsiz ve
beldesiz kalan bu mazlumların yardımına kimse koşamayacak, açlığa terk
edileceklerdir. Zaten perişan bir halde olan miskinler daha da perişanlaşmaya terk
edilecektir. Tabii bû onların hesabı, bir de Allah’ın hesabı vardır. Onun izni
olmadan yaprak düşmeyecek, kalem oynamayacaktır. Ve mutlaktır ki galip gelecek
olan Allah’tır.
Şimdi ben sizlere soruyorum, muhtaçlara ve kimsesizlere
yardımı engelleyen BMGK mi terörist, yoksa her fırsatta yetim ve yoksulların
yardımına koşan STK’lar mı? Sizler karar verin.