Ülkemizde ne yazık ki son yıllarda çok ciddi bir dinden,
dindarlıktan uzaklaşma süreci var. Her anlamda bir yozlaşma var. Gençliğin din diye bir derdi kalmadı sanki.
Toplumda namaz kılanların oranı yüzde onların altında… Her otuz kişiden biri
uyuşturucu kullanıyor. Devlet destekli kumar o kadar yaygınlaşmış ki artık
dindarım diyenler bile bunu kanıksamış durumda. Bakın okullarımızın avlularına,
bahçelerine, spor sahalarının birçoğunun ismi spor toto-loto olmuş. Minik
yavrularımızı gönderdiğimiz bazı okulların ismi bile artık kumarı çağrıştıran
isimler.
Faiz desen almış başını gidiyor. Geçenlerde dindarlığıyla
meşhur bir şehrin önemli bir bürokratıyla sohbet ediyorduk. Bize ne dedi
biliyor musunuz? “ Bu şehrin bankalarında faize yatırılan para ile bunun gibi
dört şehir kurulur.” Aynen böyle söyledi.
İçki tüketimi her geçen gün artıyor. Eskiden bazı kentlerde
kırlara, çöllere gidip gizlice içki içenler artık şehrin göbeğinde, camilerin
avlularına yapışık lokantalarda, kafelerde içkilerini rahatça
zıkkımlanabiliyorlar.
Bunları ümitsizlik aşılamak için söylemiyorum. Ümitsizlik
küfürdür. Müslüman asla ümitsiz olmaz, olamaz. Ama gafletten kurtulmak, kolları
daha bir gayretle sıvamak için bu gerçeği cesaretle dillendirmek zorundayız.
Tehlikenin farkında olamazsak tedbirimizi de alamayız, teyakkuza da geçemeyiz.
Tabi bu sadece ülkemize has bir durum değil. Modernleşme
aygıtlarının dallanıp budaklanması, iletişim araçlarının en ücra yerlere kadar
ulaşıp en mahrem sırlara ortak olması, bu aygıtlara egemen şer güçlerin ifsat
çalışmalarının önünü alabildiğine açıyor. Aileler çocuklarına sahip çıkma
konusunda büyük sıkıntı yaşıyor. Anne-babalar kültür emperyalizminin korkunç
ifsat bombardımanı ve bu konuda sahip olduğu sayısız imkân karşısında dehşetli
bir şaşkınlık yaşıyor. Ve gerekli donanıma sahip olmadıkları için de çok
geçemden pes ediyor, yelkenleri suya indiriyor, sürece teslim oluyorlar.
Ne yazık ki anne-babalar bu mücadelede yalnız, yapayalnız…
Bir avuç davetçinin, sınırlı imkânlara sahip birkaç İslami camianın dışında
ifsat çalışmalarını bertaraf etme çabasını gösteren pek yok gibi. Üzülerek
belirteyim ki devletin birçok kurumu bu ifsat çalışmalarına yanlış uygulama ve
politikalarıyla adeta çanak tutuyor.
Kurumların birçoğunun başında dindar insanlar, dindar
müdürler, bürokratlar olabilir ama çok azı müstesna yapabildikleri pek bir şey
yok. Gece gündüz fincancı katırlarını ürkütmeme derdiyle meşguller. Şunu
yapsak, böyle davransak işimizden olabiliriz korkusu yaşıyor çoğu. Bakıyorsunuz
kurumun başında dindar bir müdür, dindar bir bürokrat var ama o kurum birçok
ifsat projesine imza atmaktan çekinmiyor. Laik çevreler ne der, mutlu azınlığın
hedefi olmayayım, ben gidersem daha kötü olur anlayışı iktidar çevresinin
birçok ferdinde hâkim.
Tablo bu kadar karanlıkken âlimlerimiz, aydınlarımız,
dindarlarımız ne yapıyor? Televizyon ekranlarında, sosyal medya ortamlarında,
sohbetlerde birbirleriyle uğraşıyor, bir birlerine atıp tutuyorlar. Senin
mezhebin şu, sen şu gruptasın, sen cahilsin, fasıksın, şusun busun… Sanki bu ülkede İslam hayata, toplumsal yaşama
hâkim, başka bir sıkıntı yok, özellikle popüler olmuş bazı kişiler gece gündüz
başkalarına atıp tutmakla meşgul. Bunu yapmayanları tenzih ederim ama ne yazık
ki yapanlar da küçümsenmeyecek sayıda.
Beyler, kendimize gelelim! Yeter birbirinizle uğraştığınız!
Bakın toplum da elden gidiyor, gençlik de! İslam’a aç, İslam’dan bihaber
milyonların olduğu, ifsat ve yozlaşmanın alıp başını gittiği bir ülkede
birbirinizle uğraşma lüksünüz yok. Yüzünüzü topluma çevirin! Bugün ifsat
taraftarlarının önü açık olduğu gibi dindarların da önü açık… Önceki yıllarla
kıyaslanmayacak bir özgürlük sağlanmış dindar kesimlere. Bu fırsatı
değerlendirin. Zor günler, çetin günler gelmeden bu özgürlük ortamından
yararlanıp toplumla, gençlikle Allah arasında, İslam arasında köprü olun.
Toplumunuzu, gençliğinizi ateşten kurtarın.
Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle kardeşin ateşler içinde
yanarken ayağına takılan çakılların, dikenlerin ne ehemmiyeti var? Bırakın
çakıllarla uğraşmayı Allah aşkına!