Zamanın birinde bir padişah,
şehzadesinin saçma sapan sözlerinden hiçbir mantığa uymayan yalanlarından,
uydurmalarından bıkmış. Herkesin itibar ettiği bir mollayı huzuruna çağırmış ve
tehdit ederek; “Hoca! Şehzademi sana teslim ediyorum, iki yıl içinde onun şu
eşek arısı sokasıca dilini düzelteceksin, sözleri mantıklı olacak,
saçmalamayacak, yalanının da bir mantığı olacak yoksa senin kelleni uçururum”
demiş.
Molla çaresiz boyun eğmiş.
İki yıl boyunca şehzade için çalışmış didinmiş; ama nafile. Ve iki yılın
sonunda beklenen gün gelmiş. Padişah şehzadenin düzeldiğinden eminmiş. Halk
arasında yayılan dedikoduları bitirmek ve böylece şehzadenin imajını düzeltmek
için ahaliyi meydana toplamış. Ve şehzadesine, kalabalığa hitap etmesini
emretmiş.
Şehzade çıkmış kürsüye ve
“bir ok attım kebap oldu” demiş. Oradakiler şaşırmışlar, mollanın gösterdiği
çaba hatırına şehzadenin sözüne bir hikmet bulmaya çalışmışlar, olmamış.
Tam o sırada molla kürsüye
çıkmış ve “bakın beyler şehzademiz ava gitmişti. Attığı ok ile avladığı kuş,
düşer düşmez çok hızlı bir şekilde hemen pişirilip kebap oldu” onu kastediyor
demiş. Ahali, içinden “hıımm doğru” diye geçirmiş.
Şehzade bir cümle daha
kurmuş: “Bir ok attım göl oldu.”
Dinleyenler az öncekine ikna olmuşlar
ancak buna anlam vermekte zorlanmışlar. Molla da hayli zorlanmış ama kelle
gidecek ya, çabucak bir hikaye uydurmuş ve kalabalığa dönerek: “Efendiler!
Şehzade hazretleri, baktı ki yukarda bir dere akıyor, kenarında da taşa benzer
sert bir toprak kütlesi var, ona ok attı, attığı ok ile o taşlaşmış toprak
dağıldı, böylece dere oradan aşağı aktı ve göl oldu.” Orada bulunanlar bunu da
“hımm olabilir” diye onaylayınca molla rahatlamış.
Ve şehzade sözüne devam
etmiş: “Bir ok attım aşure oldu.”
Kalabalık mollaya dönmüş, bu
sözün manasını bekliyorlar. Molla düşünüyor, uğraşıyor bir türlü işin içinden
çıkamıyor. Ve padişahın önüne geliyor, kellesini celladın önündeki kütüğe
koyarak şöyle diyor: “Padişahım buyrun kellemi alın, yalnız kebap meselesini
hallettik, göl meselesini hallettik, şu mendebura sorun, bu aşure nereden
çıktı? Suyu bulsak şeker lazım, şekeri bulsak buğday lazım, onu bulsak
nohut lazım, ben bunların hepsini nasıl bir araya getireyim” demiş.
İlerde kitaplara geçtiğinde
kimsenin gerçekten yaşandığına inanmayacağı tam tımarhanelik bir masalın içinde
gibiyiz. Sırf batılı dostları ve kinleri, hasedleri, kuyruk acıları ve heva
hevesleri adına bir lideri makamından indirmek için çırpınan dalkavukların
ülkeyi düşürdükleri rezilliğe bakar mısınız.
Daha önce birçok anormal söz
ve tutumlarını unutturmak için çabalarken adamlarının seccadeye defalarca
bastığı ortaya çıkınca halka bir şeyler söylenmesi gerekiyor. Meseleyi izah
edemediklerinde fonları kesilecek olan medya maymuncukları yırtınıyorlar, ıkınıyorlar
ve kimi Mekke dönemine gidiyor, kimi İslam bilginine sorduğunu söylüyor, kimi
kutsal değilmiş diyor, tabi kapanmadığı halde “bir çiziği tam düzelttik “derken
bu sefer başka bir sözü gündem oluyor: “Avrupa Ülkelerine vizeleri
kaldıracağım.”
İnsanlar doğal olarak “iyi de
vizeleri kaldırmak bizim elimizde değil ki” deyince fonları kesilecek olan
zavallılar yine işe el atıyor: “ya biz tam istedikleri gibi bir devlet olacağız
ya, onlar da bize bakıp vizeleri kaldıracaklar demek istedi” diyorlar.
Tam bunu kurtardık derken bu
sefer de “uyuşturucu baronlarından 300 milyar dolar temiz kaynak” getireceğini
söylüyor. Halkın iyice kafası karışıyor. Herkes “nasıl yani” deyip fondaş
mollaların izahını bekliyor.
Onlar çaresizlikten ne
yapacağını bilemiyorlar. “Bakın bunlar HÜDA PAR’ı meclise sokacaklar, sandık
şakır şakır konuşacak” diye dikkat dağıtmaya çalışıyorlar. “Filan parti
binamıza kurşun sıkılmış olma ihtimali yüksek” diyorlar ve mecliste “dom dom
kurşunu değdi gel gel gümüle gel” türküsü kıvamındaki şov ile seccadeyi,
uyuşturucu baronlarını ve daha neler neleri unutturmaya çalışıyorlar.
Eh kolay değil fonlar
gidecek.
Sadece fonlar mı?
Allah bilir.