Ülkemiz büyük bir felaket yaşadı. Tarihi bir felaketti bu.
Etkisi belki de on yıllarca sürecek bir felaket. Büyük can kayıpları yaşandı.
Binlerce kardeşimizi depreme kurban verdik. On binlerce insanımız ise yaralandı.
Milyonlarca kişi öz yurdunda muhacir konumuna düştü. Anne babalar çocuklarını,
çocuklar anne ve babalarını, kardeşlerini kaybetti. On binlerce kadın, çocuk
bir anda dul, yetim kaldı. Yürekleri kan ağlatan bir acı yaşanıyor. Dinmeyecek
bir acı… Tüm Türkiye’yi saran bir acı…
Kuşkusuz bu depremden alınacak çok dersler ve ibretler var.
Bu yaşanan korkunç felakette birçok kesimin ihmali var. Can kaybında
sorumluluğu olanlar çok fazla… Her şeyden önce bir asırdır bu ülkeyi yöneten
Kemalist rejimin, laik devletin halk eksenli olmayan, kişisel ve grupsal
çıkarları ön plana çıkaran politikalarının, uygulamalarının payı çok büyük bu
büyük musibette. Halkın güvenliğini, refahını düşünmeyen, halkın can ve mal
güveliğini önemsemeyen, deprem ve benzeri afetleri önleyecek projeleri hayata
geçirme konusunda gevşek davranan, bu alana kaynak ayırmayan kadroların
yönetimine mahkûm oldu bu halk ve ne yazık ki hala bu mahkûmiyet devam ediyor.
Ne zaman bu ülke bir deprem yaşasa mimari konular, yapıların
depreme dayanıklılığı meselesi heyecanlı bir şekilde gündeme geliyor, uzmanlar
televizyon ekranlarında nutuklar atıyor, belediyeler, yetkili kurumlar hızlı
bir şekilde denetimlere çıkıyor. Ama birkaç ay sonra her şey unutuluyor. Yeni
bir deprem olup yüzlerce, binlerce can gidinceye kadar... Yine rüşvet, soygun,
adam kayırma, sahtekarlığı görmezden gelme alıp başını gidiyor ve tabi ilk
depremde kâğıt gibi yıkılan, binlerce masuma mezar olan devasa binalar göklere
doğru yükseliyor.
Evet, deprem kaderdir. Dünya yaratıldıktan bu yana depremler
oluyor. Bu sünnettüllah gereği böyledir. Depremler yerkürenin nefes alabilmesi,
yaşanabilir olmayı sürdürebilmesi için sık sık tekrarlanan doğa olaylarıdır.
Bilim ne kadar gelişirse gelişsin insanoğlunun depremleri önlemeye kudreti yetmez.
Ama yıkılan binalar, yaşanan korkunç can kaybı kader değildir. İhmalkarlıktır,
vurdumduymazlıktır, halkın can ve mal güvenliğini önemsememektir. Atalarımızın
yaptığı yapılar, binalar asırlarca her türlü depreme direniyor da neden modern
binalar kâğıttan yapılmış gibi yıkılıyor. Sağlam zeminlerde, depreme dayanıklı
yapılar yapılırsa, denetleme mekanizması tavizsiz bir şekilde uygulanırsa neden
bu korkunç felaketler yaşansın?
Evet, bütün bunları konuşacağız, tartışacağız,
sorgulayacağız; samimi bir şekilde, musibetleri siyasi emellerimize alet
etmeden, yüz yıllık sorunu sadece bir kesime yükleyerek onu günah keçisi ilan
etmeden…
Ancak şu an asıl işimiz mağdur kardeşlerimizin yaralarını
sarmak olmalı. Onlara daimî, sıcak yuvalar sağlamak olmalı. Önemli şehirlerimiz
yerle bir oldu. Milyonlarca insan evini, aşını, işini kaybetti. Bu
kardeşlerimizin sıcak kucaklarımıza ihtiyaçları var. Daimî yardımlarımıza
ihtiyaçları var. Depremin sıcaklığı gidince bu kardeşlerimizi unutup
kaderleriyle baş başa bırakmayalım. Asıl bundan sonra yardımlarımız düzenli ve
sürekli olmalı. Umut Kervanı gibi güvenirliğini ispatlamış, binlerce gönüllüsü
ile ilk günden beri sahada olan, gecelerini gündüzlerine katarak depremzede
kardeşlerinin yaralarını sarmaya çalışan yardım vakıflarına destelerimizi
sürekli kılarak onların çalışmalarına katkıda bulunmalıyız.
Gün yaraları hep birlikte sarma günü… Gün mazlum
kardeşlerimize kucak açma günü… Gün yardımları daimî kılma günü…