Yaptıklarına bir bakın, “Allah ile savaşıyor” demekten başka ne diyebilirsiniz?

Bir milleti kendi vatanında yavrularıyla, kadınlarıyla hunharca katledecek bütün silahları veren bir Amerika’ya, Allah ile savaşıyor denmez de ya nedir?

Netanyahu denilen canavarın Gazzeli yavruların üzerine rahatça ölüm yağdırması için daha ilk günden bütün savaş gemilerini oraya yığıp “israile müdahale eden karşısında beni bulur” diyen bir Amerika’ya ne denir?

Soykırım suçu işlediğine karar verildiği için gideceği birçok ülkede tutuklanma kararı verilen kuduz Netanyahu’yu kendi meclisinde konuşturup defalarca ayakta alkışlayan bir Amerika, Allah ile savaşmıyor da ya kiminle savaşıyor?

Aslında Amerika son yıllarda hep Allah ile savaşıyordu, Trump’ın ikinci gelişiyle bu savaş iyice hız kazanmış bulunuyor. Attığı her adımla, imzaladığı her küstah kararla bu savaşın boyutlarını genişletiyor.

Ve gördüğümüz kadarıyla şu anda onun bu azgınlığının karşısına dikilecek hiçbir güç de görünmüyor, meydan okumadığı kimse kalmadı, zaten bu yüzden “Allah ile savaşıyor” diyoruz.

Fakat bildiğimiz bir şey vardır ki Allah ile savaşanların akıbetleri hep bellidir.

Büyüklerimizin böyleleri için yapageldikleri beddualar vardır; öfkeyle ve delirmiş gibi yerinden fırlayan belalı tiplere, ipini koparmış saldırgan köpeklere, ahırdan fırlamış, gördüğü herkesin üzerine seğirten azgın boğalara, kısacası kimsenin bir şey yapamadığı böyleleri için yürekten; “Canını yiyesin, kendi başını yiyesin, Allah’ından bulasın…” gibi beddualarda bulunurlar.

Amerika’nın insanlık âlemi karşısında şu anki pozisyonu aynen böyle değil mi?

Medresede talebelerine ders veren bir üstad onlardan birine boş testiyi göstererek dışarıdaki pınardan su getirmesini ister, öğrenci de testiyi alıp çıkar. Bir müddet sonra eli boş bir şekilde gelir, başı önünde ve ağlamaktadır. Herkes şaşırır, dersi bırakırlar, üstad ne olduğunu, niçin ağladığını, testinin nerede olduğunu sorar. Öğrenci;

“Pınara vardım, suyu doldururken kükreyen atının üzerinde azgın bir adam geldi, bağırarak kırbacını bana vurdu, testim de düştü ve kırıldı” der. Öğrenciler susar, hocalarının ne diyeceğini beklerler, hoca;

“Peki, sen buna karşılık bir şey yapmadın mı, adama bir şey söylemedin mi?” der.

“Ne yapabilirim ki öyle azgın birisine efendim” der. Hoca bu defa;
“Kalk çabuk git ve o adama bağır çağır, niçin bana vurdun, niçin testimi kırdın de, hatta söv, hakaret et!” der. Fakat çocuk bunu yapamayacağını söyler ve ağlamasına devam eder. Hoca bir anda yerinden fırlar, öğrencileri de alıp hızlıca pınara doğru giderler. Vardıklarında bir de ne görsünler, adam kanlar içinde pınarın taşları üzerinde can vermiş, oraya gelen bir köpek atı ürkütmüş, at da adamı üzerinden oraya fırlatmış ve çiğnemiş. Hocaları demiş ki çocuklara;

“Biliyordum böyle bir şey olacağını, eğer bizim çocuk bu azgın adama azıcık da olsa bir şeyler söyleseydi bu olmayacaktı. Ama kardeşiniz susarak aradan çekildi, işi Allah’a havale etti ve Allah da böyle yaptı” der.

Bilmiyorum, Gazzeli yavrularımızın durumu bu çocuğa benzemiyor mu dersiniz?.