Birileri çıkıp da ‘aile yangınlarımız mı
var?’ diye bir sual etmez ve ailelerimizde yangınlar var demekle, yani malumu
ilam edince, sanki bu yangınları hiç yoktan bizim çıkardığımız ve toplumu gereksiz
karamsarlığımız (!) sebebiyle, gerdiğimiz vehmine kapılmazlar diye umut
ediyoruz...
Bir sorun varsa vardır ve varlığını kabul
etmek, çözüm yolları aramak ümit etmenin, karamsarlığa teslim olmayıp, gayret
etmenin ta kendisidir.
Var olan sorunu görmemek, duymamak,
konuşmamak ise, o sorunun varlığını ortadan kaldırmaz. Bilakis, sorunun daha da
büyümesine ve telafi edilemeyecek bir raddeye gelmesine neden olur. Bu da
gafletin ta kendisidir.
Evet!
Ailelerde türlü çeşitlerde, farklı
kıvamlarda, değişik boyutlarda yangınlar var ve bu yangınlarda evlatlarımız,
imanlarımız tutuşmuş yanıyor!
Bunu dile getirmeyi varsın birileri,
birilerine sataşmak, gereksiz bir uğraşla uğraşmak gibi görüversin. Kavlimiz ve
feryadımız Üstadın kavli ve feryadı nev’indendir...
Bana:
“Sen şuna buna niçin sataştın?”
diyorlar.
Farkında değilim; karşımda müthiş
bir yangın var..
Alevleri göklere yükseliyor, içinde
evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor.
O yangını söndürmeye, imanımı
kurtarmaya koşuyorum. (Bediüzzaman Said Nursi)
Sorunu kabul etmek, çözümün yarısı eder.
Bu uzun girizgah o sebepten.
O halde madem yangınlarımız ve bu
yangınların ateşinde yananlarımız var, peki nasıl söndüreceğiz o yangınları!?
Modern zamanda pek çok ailevi sorun için
önerilmiş çokça şey, muhakkak vardır.
Hakeza adres gösterilenler; aile
danışmanları, psikologlar, pedagoglar, doktorlar, şahsi maneviler, uzmanlar,
hocalar vs.
Elbette tüm bunlara itidalli bir şekilde,
ihtiyaç duyulduğunda müracaat edilmesi gerekebilir.
Ama bunların haricinde, Rabbimizin yüce
hayat kitabında, bizlerin dertlerine derman, sorunlarına çözüm olarak, adeta
reçete edilmiş rehber aileler var değil mi?
Al-i İbrahim de bu ailelerin en önde
gelenlerinden...
O İbrahim ki, kaç ateşten Rabbine
sadakati, itaati ve sabrıyla salim bir şekilde çıkabilmiştir.
Nemrut’un ateşi en çok anlatılan..
Oysa can yoldaşı Hacer’ini ve can parçası
İsmail’ini ıssız bir çölde, hıçkırıklarını içine gömerek, rızayı ilahi uğruna,
teslimiyetini bir köz gibi gönlüne bastırıp sabretmesi, çok daha tarifsiz bir yangındı...
Peki ya İsmail’ini kurban etme buyruğu
gelince nasıl yanmıştı!?
Tarifsiz bir yanma, tarifsiz bir imtihan
ateşi...
Ve elbette bu imtihan ateşlerinde ailece
yandılar. Hz. Hacer (r.a) ayrı yandı, Hz.İsmail (a.s) ayrı yandı. Yandıkça
güzelleştiler abdiyyet makamında, pişerek aşkın sıcaklığında, seçilmiş kullar
gülistanında, en seçkin güller ve muttakilere öncü rehberler oldular.
Sahi ne yapmıştı Hacer annemiz ıssız
çölde kalınca?
Olumsuzluklar, eksikler, yokluklar
üzerinden tükenmişlik moduna girerek oturup depresyon mu takılmıştı haşa...
Elbette hayır!
Sabır, teslimiyet, tevekkül ve umut ile
Safa ve Merve tepeleri arasında tüm gücüyle koşmuştu...
Öyle ya, teslimiyet sembolü İsmail, ye’se
düşen, tembellik ve gevşeklik gösteren, pes eden, mızmızlık eden, şımarıklık
gösteren, imtihanlara karşı bunalım sarmalında boğularak yerine çakılan pasif
bir annenin değil, sorun ve sıkıntıları rızayı ilahi için bir tarafa atan,
Allah varsa çare vardır diyerek koşuşturan, çabalayan, çözüm arayan, azmeden,
şecaatiyle, itaatiyle destanlaşan Hacer’in oğluydu...
İşte bu mektebin talebesiydi İsmail...
Sabrın, itaatin, tevekkülün dersini bu
anneden almıştı.
O anne ki sadece kadınlara örnek değil!
Yüzyıllardır milyonlarca adam, Hacer gibi
koşmadan, Hacer’i taklit etmeden Hac ibadetini yerine getiremiyor.
Evet yangınlarımız var!
Evladının namazı için çırpınan, oraya
buraya bir çare için koşturan annelerimiz var!
Kızının iffeti ve tesettürü için
kahrolan, yanan babalarımız!
Yavrularının imanı ve ahlâkı için gözyaşı
dökenlerimiz!
Eşleriyle, aileleriyle imtihan
olanlarımız, varlıkla veya yoklukla sınananlarımız, hastalıklarla, dertlerle
boğuşanlarımız!
Hülasa asrın imtihan yangınlarında
yanmayan mı var?
Kurban Bayramına sayılı günlerin kaldığı
şu mübarek zamanlarda, Allah’a yakınlıklarıyla, tüm yangınlarını söndürebilmiş,
pek çok ibadetimizde duaları ve izleri olan bu güzide aileden öğreneceğimiz çok
şey var...
Onları özetleyen şu hadis ne kadar
manidardır:
Kim bütün dertlerini bir tek dert haline
getirirse (yalnız ahireti düşünürse), onun dünyevî ve uhrevî dertlerini
/sıkıntılarını gidermeye Allah kâfidir. Kimin dertleri, dal budak salmışsa,
(kim de dertlerini çeşit çeşit yapar ve çoğaltırsa) Allah onun dünyanın hangi
vadisinde helak olacağına aldırış etmez.”
(Hâkim, el-Müstedrek, 7934)
Gelin tüm yangınlarımıza, tevhidi
hayatlarının merkezine, itaati, teslimiyeti, tevekkülü plan ve programlarına
almış, rızayı İlahiyi de hedeflerine koymuş, Al-i İbrahim’den ab-ı hayat
taşıyalım.
Ta ki, asrın yangınları ailelerimiz için serin
ve selamet olsun...