Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden
kurtuluş olan, bereketleri ve hayırları içinde barındıran Ramazan Ayında
tutulan oruçlar ve yapılan ibadetler ile manevi atmosferin güzel yansıması
toplumu manen aydınlatır.
Bu mübarek ayın en önemli hasletlerinden biri de;
fakir-miskinler ve garip-gurebanın durumunu oruç tutan her Müslümanın hissetmesi
ve onlara yardım etme duygusunun öne geçmesidir. Bu ayda fakir ve miskinlere
yardım amaçlı olarak başta yardım kuruluşu STK’lar olmak üzere her kesimde
yardım etme ruhu adeta kampanyaya dönüşür.
Bu ayda yapılan iyiliklerin-sevapların daha fazla olduğu
gerçeğinden hareketle Müslüman esnaf, iş adamı ve zenginlerimiz yüzyıllardır
İslam’ın şartlarından olan zekâtlarını bu ayda veriyorlar. Sadece zekât değil
sadaka, infak ve diğer yardımlar ile fakir ve garipler bu ayda sevindiriliyor.
Zekât, birçok ayette namaz ile birlikte zikredilmiştir.
Namaz dinin direği, zekâtta toplumsal barışın direği ve sosyal adalet kapısıdır.
Zekât zengin ile fakir arasında bir muhabbet köprüdür. Zekât aslında zenginin
malındaki fakirin hakkıdır. Bir toplumda aç olan insanlar var ise, orada
toplumsal barış ve huzurdan söz edilemez. İşte Aziz dinimiz İslam, zekât,
sadaka, yardımlaşma ve dayanışma ile toplumsal barış ve huzuru temin etmiş ve
bunu kurumsallaştırmıştır. İslam’ın hâkim olduğu dönemde zekât devlet eliyle
toplanmış ve Tevbe Suresi 60. Ayette belirtilen 8 sınıfa (Fakirler, miskinler, zekât
toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlar, köleler, borçlular,
Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular) verilmiştir. Geçen zaman
içerisinde zekât müessesesi de zarar gördü ve zekât ferdi olarak verilmeye
başlandı. Zamanla bu 8 sınıftan neredeyse fakirler, miskinler ve borçlular
dışında verecek kimse kalmadı.
Zekât ve sadakanın bir ibadet olduğu şuuruyla ihlası
gözeterek gereken hassasiyeti göstermemiz gerekir. İslam kalplerimizde ve
toplumuzda tam olarak hâkim olduğunda, toplumda belki de yeryüzünde muhtaç ve
aç kimse kalmayacaktır. Salgın yüzünden artan fakirlik ve işsizlik karşısında
zekât şartı yerinde olan Müslüman tacir ve zenginlerin zekâtlarını hakkıyla
verme noktasında ALLAH’ın ve Resulünün emir ve uyarılarını dikkate almalılar. Zekât
vermek istemeyenlere karşı Hazreti Ebubekir’in (R. A.): "ALLAH (C.C.)'a yemin ederim ki, namazla zekâtın arasını
ayıranlarla mutlaka savaşacağım…" -Ebu Davud: Zekât:1- Şeklindeki
kat’i tavrını unutmayalım.
Burada hassas olan bir noktada zamanla ferdi olarak
verilmeye başlanan zekât, fitre sadaka ve infakta; fakir ve miskinleri minnet
altına almadan ve hor görmeden verilmesidir. Aslında burada minnet edecek bir
durumda yoktur. Çünkü zekât, zenginin malındaki fakirin hakkıdır. Tezkiye,
temizleme, artmak ve bereket anlamında gelen zekâtı vermekle malımızı
temizlemiş ve bereketlendirmiş oluruz. ALLAH’ın bir emri ve ibadet olduğundan
ortada minnet edilecek bir durum olmamalıdır. Oruç ile bedenimizi, namaz ve
ibadet ile ruhumuzu temizlediğimiz gibi, zekât ile de malımızı temizlemiş
oluruz.
Yukarıda İslam’ın hâkim olduğu dönemde zekâtın devlet eliyle
toplandığını ve dağıtıldığını hatırlattık. Bu imkânımız şimdi yoktur tabi ki.
Lakin artık bu işi hakkıyla yapan yardım kuruluşları ve sivil toplum
kuruluşları mevcuttur. Bu görevi hakkıyla yıl boyu yapıyorlar. Bunlar araştırma
ve tespit çalışmalarıyla fakir ve miskinlerin kimler olduklarını iyi
biliyorlar. Hem zekâtımızın hak eden birine ulaşması, hem de ferdi olarak verildiğinde
muhtemel minnet altına alma durumu olmayacağından Umut Kervanı Vakfı, Kızılay,
İHH, İHO EBRAR, Yetimler Vakfı, Deniz Feneri, Diyanet Vakfı, Can Suyu gibi STK
ve yardım kuruluşlarını sadaka, zekât ve infaklarımızda gecikmeden aracı
yapalım. Hem ibadetimize riya karıştırmamış oluruz, hem de fakirleri incitmemiş
oluruz.
Selam ve dua ile…