Senden sonra dökülen gözyaşımız, ağrıyan sol yanımızın acısı
hiç dinmedi.
Yıllar geçse de yollar bitse de bitmeyen tek şey, başımızda
gezen hüzün bulutlarıydı.
Hala yokluğunu kabullenmemiş bir kalp, ocağın soğuğunu
unutmamış ızdırap yüklüyüm.
Şahidiz! Seni yazmak ne zormuş.
Dersine çalışmamış bir çocuk gibi kelimelerin ve söz
öbeklerin peşinden koşmak…
Şahidiz! Dağ bayır demeden, kar çamur demeden, uzak yakın
demeden nice köylere nice alimlere nice mollalara koşup durdun bir kıvılcım
bulmak adına. Davanın ağır sorumluluğunu boynunda taşıyıp durdun. Ne yazın
güneşi ne kışın soğuğu bu kutlu yoldan alıkoyamadı seni.
Şahidiz!
Gelecek nesilleri inşa yolculuğun ve İslam’ın nuruyla halkı
bilinçlendirme sürecin, çile dolu olsa da zamana atılan çağlar üstü bir imzandı
emeklerin. Gecen gündüzüne gündüzün gecene şahit, bizler de sana gece gündüz
şahit… Adeta 7/24 Allah’a adanan bir gayretin kendisiydin. Kader… Sana âşık
olan kader…
Şahidiz!
Hayatın, adeta evladın hükmünde olan davandı. Şahs-ı
manevisi ve sen… İç içe geçmiş, özdeşleşmiş bir bütün. Bekleyen nice erler gibi
sözün eri olarak şubatın ayazını değil, ocağın soğuğunu seçtin gitmek için.
Ne acelen vardı da yetim koyup gittin bizleri!
O gün gözlerden süzülen yaşlarımız buz tuttu. İçimize bile
akıtamadık gözyaşlarımızı. Kapanan kapılar, somurtan yüzler ve soğuk mahkeme
duvarları bile acıtmadı acın kadar, kimsesizliğimiz kadar. Yeryüzü olanca
genişliğiyle üzerimize abanarak ne kadar daraldıysa, atlas göğün mavi
enginliği, o kadar merhametliydi. Acısa da acıtsa da yaşananlar, rahmet; bir
inkılabın adıymış meğer.
Ümitlerin bittiği, hayatın susuz kalıp çöle döndüğünü
sandığımız bir anda, bir dönüşüme şahit olduk!
Bir fetret sonrası, meğer yeni bir yapısal doğumun
yolundaymışız da rahmetin göksel yardımını anlamakta acele ediyormuşuz.
Yaşanan o büyük imtihanı, izzet ve şerefle yoğurup inşa
ettiğiniz binanın temelinde yükselten bir adım, bir gelişme ve ötesi… Yani
tekâmül yani yükün ağırlığını sensiz ama sessizce omuzlayan yığınlar… Tohumunu
attığın yeni nesiller ve bereketle yürüyen gençler… Değil miydi gençliğin, göz
bebeğiniz olduğu gerçeği?
Şahidiz!
Artık yeni yüzler, yeni gençler görüyoruz. Tanımıyor olsak
da; gözlerinden seni, davanı ve yolunu okuyoruz. Simaları sen, bakışları sen,
davaları sen, hayatları sen… Seni görmeden sana vurgun, davana vurgun, sevdana
vurgun… “Yirmi yıllık hikayen…”
Ve senden sonra!
Elinin değdiği her yer umut yeşerdi, her yol açılıverdi.
Adeta Rabbimiz yürüyün yürüyebileceğiniz kadar deyiverdi. Bir yanından
tuttuğumuz davamızın her bir tarafından gayretin farklı kolları dolanıverdi.
Kimi muhtaçlara yöneldi kimi halka ve sorunlarına, kimi akademinin ve ilmin
avlusunda yol alırken kimi siyasete temiz bir kan pompaladı. Kimi tebliğ ve
daveti rehber edinirken kimi fasıklara inat, haberin doğrusunu verdi.
Ah bir görseniz!
Saf saf duran bu dava erlerini… bu yolun senden sonra
bitmedi diyenlerini.
Her hikâye bir bitişe gebe olsa da bizimkisi bitmeyen bir
hikâye… Ötelere uzanan…
Gidişin!
Ocağın en soğuk zemherinde yeni bir başlangıca gebeymiş,
yeni bir tekamüle… Tıpkı “ben gitmesem o gelmez” diyen Hz. İsa’nın sözlerindeki
sır misali… Gittin ve geliverdi yirmi yıllık hikayen... İstikbalin abasını
giymiş bir cesamette…
Şahidiz!
Cemre baharda açarken, sen kışta açıverdin kor kor. Baharda
gelecekken, Üstadın gibi kışta geliverdin erkenden. Davan büyük, derdin büyük,
gönlün büyük… Arkanda kalmayan gözlerin, önümüzde ışık ışık yol rehberi… Gönül
aynasına yansıyan senin küçük, davanın büyük erleri, istikbale bakan umutla
ayak izlerine basa basa yol alıyorlar… Kış iz bırakır, kar iz bırakır… İzinde
yol yürümenin onuruyla rahat uyu… Yola ve yolcuya selam olsun …