İslami Direniş hareketinin 7 Ekimde
gerçekleştirdiği “Aksa Tufanı” operasyonu, Siyonist işgal rejiminde depreme ve
“yok oluş kâbusları görmeye” neden olduğu gibi İslam Dünyasındaki birçok rejimi
de ciddi biçimde rahatsız etti.
Gizli ilişkilerin, işbirliklerin artık
aleni hale gelmeye başladığı bir dönemdi 7 Ekim öncesi.
Körfez rejimlerinden Bahreyn ve BAE,
işgal rejimiyle ön şartsız diplomatik ilişki geliştirmiş, ticari ve kültürel
kapılar açmaya başlamışlardı.
Ürdün zaten eskiden beri işgal rejimiyle
irtibatını koparmamış hatta yer yer çok sıcak görüntüler de vermişti. Terör
rejiminin “tescilli terörist” eski başbakanı Rabin’in cenazesinde Ürdün Kralı
Hüseyin’in nasıl gözyaşı döktüğünü konunun takipçileri çok iyi
hatırlayacaklardır.
Mısır’da Muhammed Mursi ile birlikte
Siyonist terör rejimi ile bir süreliğine kesilen ilişkiler Sisi’nin kanlı
darbesi sonrası tekrar eski haline gelmiş, hatta Sisi’nin adamları
Siyonistlerle işbirliği içinde Gazze’den Sina’ya açılan tünelleri tahrip etmek
için çalışmışlardı.
Ömer el Beşir’in devrilmesi sonrası
Siyonistlerin özellikle HDK’nin başındaki isim olan Dagalu ile bağlantıya
geçtikleri, BAE ile birlikte kaosu sürekli kılmak için çalıştıkları artık
darbeci Burhan ve yakınları tarafından da net olarak görülebiliyor.
Fas krallığının ve Kaddafi sonrası Hafter
güçlerinin Siyonist işbirliğini aleniyete dökmesi, Fas Kralının Gazze’deki
soykırıma rağmen insani bir tepki vermemesi çok da şaşırtıcı bir şey olmadı.
Benzer bir süreç Türkiye için de söz
konusu oldu.
Mavi Marmara sonrası gerilen ilişkiler,
diplomatik bağların önce zayıflamasına sonra neredeyse kopmasına kadar gitti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Siyonist rejimden söz ederken defalarca “devlet terörü”
uyguladığını söyledi.
Sonra hava birdenbire değişti.
Trump’ın damadı Yahudi Kushner
öncülüğünde Körfezden başlayan “Normalleşme” rüzgarları çevreyi etkilemeye
başladı. Türkiye’deki “ulusalcı” kesimin “ulusal çıkarları” öne sürerek
“krizlerden kurtulmak için Yahudilerle iyi geçinmek gerekir” tezi, devlet yönetiminde
kabul gördü ve bu yönde adımlar atılmaya başlandı. Hem Gezi olaylarında hem de
15 Temmuz darbe girişiminde parmağı olduğu söylenen BAE ile darbeci katil Sisi
ile Cemal Kaşıkçı cinayetinden dolayı gerilim yaşanan Muhammed bin Selman ile
temaslar kuruldu, sıcak mesajlar verildi. Ve son adım olarak da özellikle
cumhurbaşkanları düzeyinden başlayarak Siyonist işgal rejimi ile temasa
geçildi.
O dönemde “Normalleşme sürecinde İsrailli
yetkililerle görüşmemiz oldu” diyen Erdoğan, “Değerlere saygı gösterildiği
sürece, kazan kazan diplomasisiyle sadece Türkiye ve İsrail değil tüm bölge
kazançlı çıkacaktır” dedi.
Oysa “değerlere saygı gösterme” diye bir
şey işgalci terör rejimin kitabında yoktu. Nitekim bu görüşmelerin devam
ettiği, Siyonist Cumhurbaşkanı Herzog’un Türkiye’yi ziyaret ettiği sıralarda
Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesinde insanlar evlerinden zorla çıkarılıyor,
Mescid-i Aksa alçak Siyonistlerin saldırısına uğruyordu. Bunlar bir yana yine o
günlerde Herzog, Türkiye’nin sürekli dile getirdiği “iki devletli çözüm”
fikrine karşı olduğunu söylüyordu.
Ama 7 Ekim herhalde bunların hepsinden
daha çok Suudi krallığını rahatsız etti. Gazze’de yaşanan soykırım tüm dünyada
tepkilere neden olurken, Güney Afrika Cumhuriyeti, Siyonist terör rejimi
hakkında Uluslararası Adalet Divanı’nda “soykırım” suçlamasıyla dava açmışken,
“normalleşme” adımları atmak çok zordu ve bu yüzden de rahatsız oldular.
Böyle bir ortamda soykırımcı işgal
rejimine karşı hiçbir şey yapmamak, bırakın insanlık vicdanını “Arap sokağında”
bile izahı yapılamayacak bir şey iken Bin Selman’ın çıkıp “Normalleşme, 67
sınırlarında bir Filistin devleti olmadan olmaz” demesi ne ile izah edilebilir?
Filistin devletinin kurulması, 75 yıllık
işgali, sürgünleri, soykırımı unutturacak mı?
Bu kadar kolay mı?