Allah-ü Teala Samed’dir ve Gani’dir. Hiçbir şeye hiçbir
zaman ihtiyacı yoktur. Kulları ise tam aksine sürekli ihtiyaç sahibidir. Ve o
kulları içinde en ekremi olan Hz. MuhammedMustafa (sav) de; “(Allah’a)
muhtaçlığım benim iftiharımdır” buyuruyor.
Şu illetli modern çağ, Ademoğlundan, “kendini kendine
yeterli gören” bir tanrı yontmaya çabalarken ayarları öyle bozdu ki, ihtiyaç
filan denince biraz duraksıyor: “Nasıl yani Allah’ın peygamberi (sav) neye
muhtaç ki?”
Resulullah(sav)’in muhtaçlığını O’nun varislerinden
Bediüzzaman Said Nursi(rh) Hazretleri şöyle açıklıyor: “Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz
salâvata ihtiyaç göstermiştir. Çünkü, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır. Nihayetsiz
istikbalde, ebedü’l-âbâdda, nihayetsiz ahvâle mâruz ümmetin, bütün
saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salâvata ihtiyaç
göstermiştir.”
Üstad bu ifadeleri Barla Lahikasında ve Mektubat isimli
eserinde zikrediyor ve kısaca “Alemlerin Efendisi’nin (sav) sınırsız salavata
ihtiyacı var” diyor.
Bunu elbette ki “dertleriniz ona çok ağır gelir, o size çok
düşkündür” ayetine dayanarak söylüyor. Sabahlara kadar “ümmeti ümmeti” diye
niyaz edip ümmetinin ebedi kurtuluşu için yalvarmasına bakarak söylüyor.
“Allahümme salli ala seyyidina Muhammed” derken yahut
“Essalatü vesselamü aleyke ya Resulallah” derken aslında şöyle demiş oluyoruz:
“Allah’ım Habibine salat ve selam eyle ki, ümmetinin dertlerinin O’nun muazzez
ve mualla ruhuna verdiği acı hafiflesin.”
Gazze’deki durumun O’na nasıl ağır geldiğini akıllar
tasavvur etmekten acizdir. Ve “birbirinizi sevmedikçe -yani birbirinizin
dertlerine derman olmadıkça- cennete giremezisiniz” dediği kendisine iman
etmişlerin kenardan izleyen hali bundan daha ağırdır.
Peki sadece şu andaki el Aksa ve Filistin özelindeki acılar
için bile söylesek O’nun o kadar çok salavata ihtiyacı var ki, her birimizin
yüz bin kalbi ve dili olsa hiç durmadan salavat getirsek azdır.
O yüzden salavattan ayrı bir İslam Medeniyeti düşünülemez.
Sadece teravihler, namazlar, camiler değil, hayatın ve ölümün kuşattığı her
nezih lisan, her güzel münasebet, her uygun zaman ve mekan asırlar boyu salavatlarla
süslemiştir.
Geleneğin zayıflamasıyla beraber düğün gibi merasimlerde
mevlid okuma adetinin zayıflaması da ancak ciddi bir bilinçlendirme çabasıyla
önlenebilir.
Salavat için sürekli ve yeniden ciddi seferberliğe ihtiyaç
var. “Çek bir salavat” gibi mottolar yayılabilir: “ah çekme salavat çek”,
“hatırlamak için çek bir salavat”, “aradığın ne ise önce salavat” vs.
Karşılarken Selamdan sonra salavat, veda ederken salavat,
söze sohbete başlarken salavat, parayı alırken, verirken salavat, Besmeleden
sonra salavat, hamdden ve her duadan önce sonra sonra salavat. Gülü, nergisi
koklarken, balı tadarken salavat. Yürürken, yoldayken, sayfayı çevirirken,
inerken, çıkarken ve hakeza hareketin bereket olduğu her fiilde salavat.
Ve edebiyat, şiir, mimari, hat, resim, musiki gibi sanat
deyince akla gelen her alanda kendi mihengine uygun biçimde salavat. Her
hayırlı işin, zanaatın, mesleğin her mertebesinde çalışırken salavat. Toprağı
ekerken, sürerken, biçerken ürünü hasad ederken salavat. Muayene ederken, ilaç
yazarken salavat. Marangoz atelyesinde birleştirirken salavat, terzihanede
dikerken salavat.
Salavattan hali bir köşe, bir lahza, bir vesile bırakmadan
bu işin gönüllü neferi olmaya var mısınız?
İşte Mevlidi Nebi etkinlikleri bunun içindir. Tek bir
ağızdan değil onlarca yüzlerce Peygamber Sevdalısıyla bir araya gelip kocaman
bir ağız ile salavat…
Mevla salavattan nasibimizi çoğaltsın.