Vail el Suud
lanetlenmiş ırkçılığın son kurbanı. O daha 12 yaşındaydı. Kocaeli Kartepe
İlçesinde bir okulda öğrenciydi. Belli ki, aynı sınıfta okudukları arkadaşları
son birkaç yıldır ülkemizde birilerinin ısıtmaya çalıştığı ırkçılık belasının
menfi propagandasının etkisinde kalmışlardı.
Oysa biz ırkçılığı
ayaklarının altına almış bir ümmetin fertleriydik. Hiç kimsenin ırkını seçme
hakkı ve yetkisi olmadığı gibi, hiç kimse de elinde olmadan edindiği bu
özelliklerinden dolayı kınanmamalıydı. Suriye’de emperyalistlerin hain planları
neticesinde ortaya çıkan savaş nedeniyle ülkemize sığınmak zorunda kalan
insanlar en onulmadık hakaretleri reva görenler yarın dergah-ı ilahide ne cevap
verecekler. Vail’i elinde iple mezarlığa götüren çaresizlik neydi? Hangi kötü
sözlere, hangi ayrımcı laflara, incitici bakışlara maruz kalmıştı.
Ayrımcılık ve dışlanma
bütün insanlar için ağır gelen bir harekettir. Özellikle çocuklar için çok
etkileyici ve ruhlarda ağır yaralar açmaktadır. Düşünün ki, bütün öğrenciler
dışarı çıkmış oyun oynayacaklar, ama sadece sınıfınızda göçmen olduğu için
kenara itilen, oyuna katılması istenmeyen bir öğrenci var. Bu öğrenciye bunun
nedenini anlatabilecek bir cümle kurabilir misiniz? Bütün saflığıyla o çocuğun
yaşadığı travmayı açıklayabilecek bir şey söyleyebilir misiniz?
Savaşı sadece
yaşayanlar bilir. Yıkılan evler, yanlarında ölen anne-babalar, kardeşler,
bulamadığınız bir bardak su, bir lokma ekmek, yatacağınız bir battaniye yoksa
neler hissedersiniz. Ya çocuklarınız yanınızdaysa bunu nasıl anlatacaksınız? Ve
herşeyi göze alarak dost bildiğiniz bir ülkeye hicret ediyorsunuz. Başınızı sokacak bir ev,
belki de aç kalmayacak kadar bir yiyecek bulabildiniz. Ve birileri bunu da size
çok görüyor, sanki onun rızkını çalmışsınız da o aç kalmış gibi. Oysa sizi de
onları da rızıklandıran bir Rabbimiz vardı. Ama heyhat ırkçılık fitnesini
körükleyenler ülkedeki bütün kötülükleri bir avuç göçmene yıkmaya kararlıydı.
Onlardan bir her türlü melaneti işler, kimse ses çıkarmaz, ama sizin çocuğunuz
en ufak hatasında dövülür, o da yetmez eviniz yağmalanır, ateşe verilir, o da
yetmedi acımasızca öldürülürsünüz.
İşte en saf haliyle
Vail’de bütün bunları yaşamıştı ya da yaşananlara tanık olmuştu. Çünkü o da bir
mülteciydi. Kendini nasıl ifade edeceğini bilmiyordu, ya da ifade etmesine
fırsat verilmiyordu. Ya da ifade etmek istediğinde kelimeleri ağzına
tıkılıyordu. Ne yapabilirdi, kendisini dışlayanları dövecek miydi? O da
olamazdı çünkü onlar yerliydi, o yabancıydı, sırtı sağlam değildi. Dayısı
yoktu, üstelik kavgada haklı olsa bile haksız sayılacaktı, çünkü potansiyel
suçluydu. Çünkü darül selam olan bu ülke bir süredir, darül selam olmaktan
çıkmış, bu ülkede mazlumlara, mağdurlara iyi gözle bakmayan sözüm ona
milliyetçilik tavan yapmıştı. Onların
ırkı üstündü, onlar seçilmişti, diğerleri tu kaka idi. Millet de en ufak bir
olayda galeyana geliyordu. Sanki ülkede bütün kaynakları mülteciler tüketmiş
gibi, her türlü olumsuzluğun altında mülteciler aranıyordu.
Vail Rabbine
kavuştu. Hem de çevresini fazla yormamak için mezarlığın kapısında kendini astı
ki, ortalıkta fazla ses çıkmasın, onu olduğu yerden alıp, mezara götürmek kolay
olsun diye, yine bizlere yük olmamak için, bu kadar ince düşünmüştü. Peki ya
onu o duruma sürükleyenler, şimdi aynaya bakıp kendilerinden utanıyorlar mı?
Çocukları akşam evde Suriyelilerden bahsedince “hepsi ölsün mü diyorlar, oh
olsun bir kişi daha eksildi mi diyorlar, kendi çocuklarının yanında hangi
zehirli kelimeleri konuşuyorlar” evet merak ediyorum, yoksa aynada Vail’in
katilini mi görüyorlar? Evet biz sebep olduk, biz çocuklarımızın yanında nefret
tohumlarını ektik, biz çocuklarımızın yanında mültecilerden söz açılınca hep
kötü konuştuk mu diyorlar?
Kim ne derse desin
artık Vail geri dönmeyecek, ama onun bu ölüm şekli hepimizin suratına bir tokat
gibi inmesi gerekmez mi? Biz ne yaptık da 12 yaşındaki bir çocuğun ölümüne
sebep olduk diye sormamız gerekmez mi? Yarabbi, biz hata ettik, biz sınırları
aştık, hadsizlik ettik, bizleri affet, aşırılığımızı affet diye af dilemek
gerekmez mi?