Hayır, çözülmedi. Bilakis
küresel bir boyut kazandı.
Türkiye'de siyasi
iktidarların asimilasyonist uygulamaları ve basiretsiz çözüm yolları
sayesinde artık Kürt meselesi sınırları aştı.
Dört parçaya böldürülen
Kürdistan'daki Kürtler; Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri tarafından
birbirleri aleyhinde kullanma hesapları yapılıyor. Daha ağır olanı ise
emperyalist ülkelerin eliyle komşu ülkelerin imtihanı ve sorunu haline gelmiş
durumda.
Bu asimilasyonist uygulamalar
ve basiretsiz adımlar devam ederse "Kürt meselesi" daha büyük
sorunlar doğurur ve içinden çıkılmaz bir hale dönüşür.
Peki, nasıl bu hale geldik?
Malumunuz Kürtler, Türklerden
binlerce yıl öncesinden bu topraklarda yaşarlardı ve 1071'de Müslüman Türklerle
beraber Anadolu'nun fetih kapılarını açtılar. O günden sonra hem Müslüman
Türklerle hem de diğer Müslüman kavimlerle kardeşlik bağı ile bağlı bir hayat
sürdüregelmişler.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulmasında da Kürtler ve Türkler iki asli kurucu unsur olmuşlardı. Ancak
sonrasında kiracı ve mülteci muamelesi gören Kürtler, ciddi bir inkar ve
asimilasyon politikalarına tabi tutulmuştur.
1924 Anayasası'nda Türkçenin
tek resmi dil olarak kabul edilmesi ve tüm etnik yapıların yok sayılarak
"Türk" olduklarına vurgu yapılması; Türkçe dışındaki tüm diller ve
Türkler dışındaki tüm etnik yapıların tasfiyesi için bir hukuki (!) dayanak
olmuştur.
Anayasa'da bulunan bu
dayanağın sahaya yansıması ise tahminlerin çok ötesinde bir zulüm ve
dayatmaya dönüştü. Adeta bir sosyal mühendislik projesi çerçevesinde diğer
tüm etnik yapılar ustaca dejenere edildi, kültür ve gelenekleri unutturuldu ve
tüm etnik yapılar resmen Türkleştirildi.
Bunun en somut örneği
Kürtlerdir, yapılan araştırmalara göre 1920'lerde Türkiye'de yaşayan Kürtlerin
yüzde yüzü Kürtçe konuşurken 2020'lerde ise Kürtlerin sadece yüzde yirmisi
Kürtçe konuşuyor. Bu şekilde devam ederse 30 yıl sonra Türkiye'de, bazı kırsal
köylerin dışında Kürtçe konuşan kimse kalmayacak.
Kürt varlığının inkar
edilmesi, dilinin yasaklanması, yerleşim yerleri isimlerini değiştirmeleri gibi
yüzlerce yasak, zulüm ve inkar politikaları...
Derken, 2001'de
başlayan "Avrupa Birliği Uyum Paketi", 2009'da yürürlüğe
konulan "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" ve 2013'te
başlatılan "Çözüm Süreci" ile kısmi olarak bazı
iyileştirmeler yapıldı. Ancak müzminleşen Kürt meselesi doğru isimlendirilmediği
için doğru reçete uygulanamamış ve sağlıklı bir sonuç alınmamıştır.
15 Temmuz darbe girişiminden
sonra ise kim, nerede ve nasıl düğmeye bastı bilmiyorum ama siyasi
iktidar "Kürt Meselesi" ile ilgili 2000 öncesine benzer bir
politika yürütmeye başladı. Üstelik bir de Kürtlerle alay edercesine "Kürt
meselesi çözüme kavuşmuştur" deyip her platformda konunun
kapandığını iddia ederek.
Hayır, Kürt
meselesi çözülmemiştir, uluslararası bir zemine taşınmıştır ve mutlaka
zaman kaybetmeden adalet zemininde çözüme kavuşmalıdır.