Hiç kuşkusuz mübarek Ramazan Ayı’nın anlam ve önemine dair ayet ve hadisler üzerinden pek çok değerlendirme yapılmaktadır.
Ancak bilhassa şu hadisi şerifin üzerinde, fazlasıyla durulması gerektiğinin, özellikle altını çizelim...
“Allahʼım! Receb ve Şâban’ı bize mübârek eyle! Bizi Ramazan’a kavuştur .” (Taberânî)
Evet , mübarek Ramazan girmeden önce sıkça zikrettiğimiz,fakat daha sonraları özellikle Ramazan’a ulaştıktan sonra, çokta çabuk unuttuğumuz nebevî bir duadır aynı zamanda.
Oysa aylarca öncesinden, kavuşmak için dua etmemiz gereken, kaçırılmayacak pek çok fırsatı içinde barındıran bir ay olduğunu, bizzat Allah Resulü sallallahu aleyhi vesselem’den öğreniyoruz.
Bu aya ulaşmadan vefat eden veya ulaşıp birkaç gününe mülâki olan insanlara oranla, ayın tamamına erişen ve mübarek ay ile hayatlarını ihya eden insanların, ne kadar bahtiyar olduğunu, bilmiyoruz anlatmaya gerek var mıdır?
Zira biliyoruz ki, Recep ve Şaban ayları, nasıl ki mübarek Ramazan Ayı’na hazırlık ayları ise, Ramazan Ayı’da, bütün bir yıl için hazırlanma ayıdır.
Ramazan’ı hakkıyla idrak edip bu ay ile ihya olanın, bütün yılı da bu bereketten nasibini alacaktır.
Bu sebeple, mübarek Ramazan’ın sonuna girdiğimiz ve mübarek Kadir Gecesi’ni arayacağımız şu özel günlerde, bütün bir yılımızı ve ömrümüzü hakkıyla ihya ve inşa edecek saiklere sarılmak ve ilk pratiklerini yapmak için de seferber olmak, aklı selimce bir yaklaşım olacaktır.
Aynı şekilde bu günlerin nefsimizle, zaaflarımızla, hatalarımızla, kusurlarımızla ve günahlarımızla amasız,fakatsız yüzleşeceğimiz ve dürüstçe-sahici bir pişmanlık ile samimi tövbelerle, af ve mağfiret dileyeceğimiz, rahmetin kapılarının sonuna kadar açık olduğu, bir zaman dilimi olduğunu da unutmayalım!
Öyle ki, Allah Resulü sallallahu aleyhi vesselem’in; ” burnu sürtülsün!” şeklinde sınıflandırdığı üç kısım insandan bir kısmı da bu rahmetten nasibini alamayanlar, bu kapıdan giremeyenlerdir...
‘’Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün...’’ (Tirmizi)
Hülâsa, büyük bir hayır yarışının tabiri caizse son düzlüğüne girdik. Daha çok koşmamız, daha çok çabalamamız gerekmez mi?
Tekdüze, gelişigüzel, farkındalıktan ve şuurdan uzak bir performans ile kayda değer bir mesafe katetmek, nihai hedefimize, yani rızayı İlahiye kavuşmak mümkün mü acaba?
Muhakkak ki, bu özel günlere çok ihtiyacımız var. Ancak altını çizelim ki; iki dünyamızın saadeti ve selameti için, hayatlarımızı iman ekseninde, taptaze bir Kur’an bilinciyle, Nebevî ilkelerle, ümmet şuuruyla imar ve ihya etmek için de, büyük bir gayrete ihtiyacımız var...
Bu özel ve bir daha ulaşıp ulaşamayacağımızdan emin olamadığımız şu müstesna günleri, hayatın rutin koşuşturmacalarına, yoğun temposuna, ağır iftar ve sahur menülerine, bayram temizliklerine, bayram alışverişlerine ve ticaretine, siyasetin kirli gündemine, dijital alemin gürültüsüne, dünyanın geçici meşguliyetlerine kurban etmeyelim...
Bu çağrı önce kendi nefsimize, sonra da üzerine almak isteyen tüm kardeşlerimizedir...