Şehid Ali Şeriati merhuma
göre, insanın tabiat, tarih, toplum ve kendisi diye dört zindanı vardı.
Gazze için bu zindanların
sayısı dört değil dört bir taraf.
Ve öyle yedi kapı kırk kilit
ardında değil, 208 ülkeye ve 8 milyar insana zorla hükmetmeye kasteden
emperyalistlerin içlerindeki karanlıklar sayısınca muhasara altına alınmış
vaziyetteler.
Necip Fazıl merhumun dediği
gibi “Ses demir, su demir ve ekmek demir...”
Siyonist evangelist Amerikan
sentez idaresi hem savcı, hem hakim, hem şeytanın avukatı, hem keyfe keder
kanun, hem astığı astık kestiği kestik mahkeme, hem hüküm, hem yalancı şahit,
hem davacı, hem infaz koruma memuru, hem cellat, hem kendinden yetkili asker,
hem bekçi..
Cılız sesler dışında fiili
olarak itiraz etmeye çalışan yok.
Sonuç odaklı bir öfkeyle
karşı koymaya çabalayan yok.
Demek ki cümle aleme
ezberletilen; “Bu Amerika var ya uydularıyla herkesi görür, her sesi duyar, her
istediği idareyi değiştirir, dilediği yere müdahale eder, onu bunu kullanır, şunu
şurada bitirir tarzında devam eden” şirk sözleri, aynı yarılan denizin içinde
Firavun ve ordularının boğulduklarını canlı yayında izlemekten daha gerçek
olarak bizzat gözleriyle gördükleri halde üzerlerindeki köleliği bir türlü
atamayan kavminki gibi ta içlerine sinmiş.
Ve yazıp konuşmanın hayli
utanç haline geldiği şu geçen beş ayda Gazze’liler, kendi öz vatanlarını işgal
eden haramilerce seksen senedir tutsak yaşamaları yetmezmiş gibi, yırtıcılara
bile reva görülmeyecek şekilde yakılarak, paramparça edilerek, hayvanlara yem
edilerek soykırıma uğramaya devam ediyorlar.
Artık sloganlar da ölü.
Öfkenin kaldırımları,
tepkinin caddeleri hepsi kabir sokağı.
Mısır sınırındaki dikenli
telli surlar, işgal rejiminin Gazze ile arasına ördüğü duvarlardan çok daha yüksek,
çok daha keskin, çok daha acımasız.
Ve basılmadık bir kılcal
damar, tutulmadık bir sinir ucu bırakmayan düşmanın esfeli safilin sadizmi
dipsiz bir kuyu.
Vahşet kelimesi de bozuk bir
para gibi artık geçmiyor.
Katılıkta taşa kurban olası
kalpten daha korkunç bir zindan olsaydı Kabil, Habil’i oraya atardı.
Ya da şeytana uymuş
kardeşlerin vicdanından daha karanlık bir kuyu olsaydı, herhalde kardeşleri,
Yusuf’u oraya atardı.
“Güvenli bölge” zindanının
arkasında Sisi’nin tankları, ön tarafında Benjamin’in katleden oyuncakları.
Ve üzerlerinde gölge gölge
çıkarlar, korkular, konuşan kara kara cehennem taşları.
Sonra dalıp gittiği dünyanın
şaşaasından, debdebesinden, konforundan, malından, makamından, hazzından,
hevesinden, oyun eğlencesinden, endişesinden, hesabından evet bütün bunlardan
azıcık mahrum kalma ihtimalinden çekinmeyi birinci vazifesi bilen zavallı
seyircilere sırıtan bir meydan okuyuş:
“Arkamda dünyanın süper
güçleri var, onların süper baronları, süper uşakları, süper hazineleri, süper
bombaları, silahları, onayları, korumaları ve daha neler var neler, erkekseniz
haydi durdurun bizi, sözünüzün eriyseniz haydi birleşin de bir adım atıverin.
Ne oldu, korktunuz mu yoksa hah hah hah..”
Bu zilletle vurulup da bundan
kurtulmak için çırpınmayan yığınlar şimdi sadece bedenden ibaret.
Ruha elveda.. Akla elveda..
Kalbe elveda..
Bu horlanma, bu hakaret, bu
iğrenç saldırı her insana yapılmışken hakikaten yaşadığını iddia eden bir adım
öne çıksın.
Bu uğurda hiçbir dert tasa
taşımayıp, gayret göstermeyip hala içinde şeref ve itibar geçen cümleler
kuranlar yaşadıklarını sanadursunlar.
Gerçekten şu saatte bunca
olandan sonra kim beşerdir? kim değildir diye bir yoklamaya gerek yok.
Var mı diri?
Şehitlerden başka.