103 gündür tüm insanlık, bir
sözlüğün arkası önü gibi bir yanda direniş, şehadet, isabet, cesaret, sabır,
sebat, destek, boykot, eylem öte tarafta zulüm, yıkım, ihanet, soykırım, terör,
lanet diye devam eden kelimelerle konuştu.
Elbette bu arada alemde çok
şey oldu fakat hiçbir hadise Filistin kadar kitlelerin yüreğini işgal etmedi.
Hiçbir mevzu Norveç’liyi eksi
20’lerde katliamın başından üç ay geçmesine rağmen çoluk çocuğuyla sokağa
çıkartamazdı.
Hiçbir bahane bireyselliğin
adeta zirvesine vardığı düşünülen batı toplumlarına rahatını bozduramazdı.
Dinmek bilmeyen tepkiler,
öfkeler, protestolarla arzın yörüngesi yeniden değişmeye başladı.
İkinci Dünya savaşından bu
yana yerküreyi güya Hitler’in “yahudi soykırımı” yahut diğer adıyla holocost
eksenli bir döngü ile dizayn etmişlerdi.
Fakat şimdi aynı yerküre, bu
defa başka bir soykırımla kendine yeni bir dönüş dinamiği oluşturmaya başladı.
Yalnız bu sefer ki “düzen
verme” ile değil, “düzene girme” ile ilerliyor. Bu farklı bir format. Kalplere
dokunan ilahi el bu defa daha net gözüküyor.
Arap Baharı denilen ve geniş
çaplı gelişen rüzgar da hayli heyecan vericiydi. Ancak onun, arkada düzen
kurucuların yani makir’lerin labirent oyunundan kopuk olmadığı işin başından itibaren
belliydi.
Şu andaki durum çok farklı.
Gittikler her yerde sadece Biden ya da Blinken’ın filan değil orada burada
filozofluk taslayan eskilerinin yani Hillary ve Bill Clinton’ın da yuhalanması
sembolik açıdan önemli.
Peki ya fuhuş adası Epstein
ile ifşa olanlar. Zebanilerin elindeki esfeli safilin listesi gibi. Ve “aaa şu
da onların arasındaymış” diye her yerde şaşkınlıkla teşhis edilmeleri sıradan
bir hadise mi?
Yöneticilerini bir şekilde
halkın seçtiği ülkelerde, seçilen isimlerin toplumun ortalama ahlaki normlarına
göre ciddi bir açığının olmaması tercih edilir. (Türkiye’de ana muhalefet
liderlerinin bile istisna olamadığı bir vakıadır bu.)
Peki ortaya saçılan isimler
ve daha muhtemel açıklanacak olanlar için aşınan güven problemi nasıl
çözülecek?
Aynı işgal rejimindeki çıkmaz
gibi: ABD’deki hamileri de dahil hepsi istiyor ki, şu 103 günün faturası
Netenyahu’ya kesilsin ve filme yeniden başlansın. Ama Benjamin diskalifiye
edildikten sonra yerine gelecek kimse yok. Yani hepsi birbirinden sabıkalı, birbirinden
kirli, birbirine gebe, birbirinden beter.
Batıdaki yönetim çarkı da
şimdi bundan farklı değil. Musallat oldukları devletlere darbeyle şunla bunla
yönetmen atayanların kendileri şimdi yönetim krizine girecekler.
Güney Afrika geri adım
atmadığı gibi ABD ve İngiltere hakkında da terör çetesi siyonist rejimin
soykırımına destek olma suçlamasıyla dava açıyor.
Ve şu anda Kolombiya,
Brezilya, Bolivya, Şili, İspanya, İrlanda gibi bir çok ülke açık ve net biçimde
Güney Afrika’nın yanında durduklarını açıklamış durumdalar.
İspanya ve İrlanda’nın Avrupa
Birliği’nde açtığı çatlak gibi Katar’ın yanında cılız da olsa Umman da
körfezdeki çatlakta tarafını seçiyor.
Türkiye, toplumdan gelen
baskıları artık gözardı edemiyor ve işgal rejiminin futbolcusunu anında deport
ediyor. Bununla beraber, Irak’ın kuzeyindeki meselede işgal rejimi, ABD ve
Fransa aleyhine daha kararlı adımlar atıyor.
İşgal rejimi Gazze’den
çekilirken batıda toplanan kalabalıkların hiçbir tepkisini cevaplamış değil.
Kimseyi hile ve iftiralarına inandırmış değil.
Hele Türkiye aleyhine
“depremde o kadar canlarını kurtardık, şimdi bize yaptıklarına bak” diye
sitemleri var ki bu süreçte zeka seviyelerinin de oldukça yıprandığını
gösteriyor.
Velhasıl, batı toplumlarının
yuvarladığı çığ günden güne büyüdü büyüyor.
Bu çığı görmeyenlerin akıbeti
belli.
Görenlerin de anladığı şu:
Filistin değil dünya özgürleşiyor.