Zaman çok bozulmuş, aaah nerde o eski günler, eskiden olsa böyle mi olurdu diye başlayıp
uzayan cümleler… Bu cümlelerle söze başlayıp
içinde bulunulan zamanı suçlamak
ama kendini zamandan soyutlamak. Çoğumuzun yaptığı bir yanlış bu. Bir
olumsuzluk gördüğümüzde müdahale etmeyip ,ucu bize dokunmuyorsa,arkamıza
yaslanıp sadece seyretmek.
Herkes az çok şu cümleleri kullanır hayatında: “Geçmiş
hayatı özler olduk, nasıl bir çağa geldik, nasıl bir hayat yaşıyoruz, farkında
bile değiliz. Teknoloji ilerledikçe
insanlar geriledi, rahatlıklar çoğaldı ve beraberinde hastalıklar da arttı.
İnsan en yakın akrabasına bile uzaklaştı. Misafirperverlik kalmadı. Eskiden biz derdik şimdi ben olduk hep.
Küslükler çoğaldı, kin, nefret, gıybet ve haset çoğaldı…” Herkes
dünyayı değiştirmek istiyor ama kimse
kendinden başlamayı düşünmüyor . Bu kadar serzenişte bulunmak yerine, bozulan
zamanı düzeltmeye, kendimizden başlasak yerinde olmaz mı? Ziya Paşa da
bununla ilgili “Ayinesi
iştir kişinin, lafa bakılmaz” der.
“Karşımda
müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor,
imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan
bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu
müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne
gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokuşmuş, tefessüh etmiş, bâtıl
formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük
kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri
tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş
bulunuyorum.” İmanları kurtarmaya
adanmış bir ömrün sahibi olan Üstad Bediüzzaman nasıl da güzel buyurmuş. Sadece bizi uyarmakla kalmamış, insanların imanını
kurtarmak için her türlü esarete, işkenceye, sürgüne, zindana, zehirlenmeye
katlanmış; küffara ve onun kuklalarına asla boyun eğmemiş. Zira gelecek zamanın
da o zamandan iyi olmayacağını görüp çağlar ötesine seslenmiş.
Geçen hafta gazetemizde bir hırsızlık haberi vardı. Haber
şöyleydi: “Olay gece saat 00.30 sıralarında yaşandı. Karşıyaka
Mahallesinde bulunan bir eve hırsızlar girdi. Ev sahipleri ile üç hırsız
arasında yaşanan arbede sonrası
hırsızların üçü de olay yerine gelen polislere teslim edildi.” Hırsızlardan
biri maalesef eski komşularımızdan birinin çocuğuydu. Yaşça bizden küçük olup çocukluğumuz birlikte
geçmişti. Babası alkol kullanır,
annesini döver ve ağza alınmayacak küfürler ederdi. Çocuk yıllarca bizimle
takıldı. Yediğimizden, içtiğimizden ve giydiğimizden, imkanlar elverdikçe,
kendisi ile paylaşırdık. Ne olduysa bir gün annesi bize geldi ve çocuğum bir
daha yanınıza gelmesin deyip kopardı onu bizden. Seneler geçti çocuk ortalıkta
yoktu. Meğerse batı illerinin birinde hırsızlıktan hapse girmiş, birçok suça
bulaşmış. En son olayı da gazetemizde haber oldu. Nitekim çocuğun bu duruma
geleceği daha yıllar önce annesinin onu bizim yanımızdan çekip almasından
belliydi.
Demem o ki, karpuz ekersen kavun çıkmaz. Dünya tarlasında ne
ekersek ahirette de onu
biçeriz” Bir çok olayın gidişatından
onun nasıl bir şeyle sonuçlanacağını tahmin etmek çok da zor değildir. Bunu
görüp gereğini yapmak bir çok musibetin def’ine vesile olur. Dahası bir insanı
düzeltmenin dünyayı düzeltmek olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. İşe önce
kendimizden başlayalım.
Gayret bizden hidayet
Allah’tan.
Fi Emanillah…