Bilhassa çocukların çok
sevdiği, yetişkinlerin de dillerinde pelesenk olmuş bazı bilmeceler vardır.
Bu bilmecelerin cevapları
aslında, soruların içinde geçen ipuçlarında gizlidir.
Açık açık olmasa da, cevaba
dair tasvirler- sözel betimlemeler vardır.
Bu sebeple cevaplara dair
ipuçlarını düşünürken, değerlendirirken, doğru cevabı ararken, zevkli ve
keyifli bir süreç yaşanır.
Aslında bugünkü yazımızda da
bir bilmecemiz var ancak; düşünmesi, değerlendirmesi, doğru cevabı bulması
pekte zevkli ve keyifli olmayan türden...
Bilmecemizi soralım:
Kütlesi var, izi yok
Kitlesi yok, sesi çok
Boşlukta bir kaplar lakin
Alem içinde esamesi yok
Sahi bu bilmecenin tam olarak
cevabını vermek mümkün mü acaba?
Sosyolojik ve psikolojik
olarak nasıl kategorize edilirler, ne şekilde adlandırılırlar bilemiyoruz ama,
bilmecedeki özelliklere sahip insanlar artmaya başladı.
Hakeza Müslümanlar...
Netice de, insanlarda
boşlukta yer kaplarlar ve bir kütleleri vardır.
Elbette burada fizik ve kimya
ilmi üzerinden kütle mevzusuna, girecek değiliz.
Ancak Müslümanlar olarak şu
kâinat içinde- kütlesi olup, kitlesi olmayan Müslümanlara-İslam’a dair
toplumsal ve değişmez ilkeler üzerinden dikkat çekmek zorundayız.
Sahi bir Müslüman’ın nasıl olurda
kitlesi olmaz.
Bir taş bile bulunduğu yerde
kainatla ve diğer canlılarla etkileşim halindedir. Bir enerji ve sinerji alış
verişi mevcuttur.
Oysa İslami kriterlerle,
Rabbani düsturlarla kimliği oluşan ve ahlâkı Nebevî tavsiyelerle şekillenen bir
Müslüman’ın mayasında toplumun her kesiminin kabul edeceği, benimseyeceği bir
ünsiyet zaten mevcuttur.
Hakeza bir samimiyet,
sıcakkanlılık ve sevimlilik vardır.
Tıpkı Peygamberimiz (s.a.v)
gibi...
“Allah tarafından lutfedilen
bir rahmet sâyesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli
olsaydın, insanlar etrafından dağılıp giderlerdi...”(Al-i İmran,159)
Eğer bu konuda sıkıntı varsa
zaten bir kitleden de söz edemeyiz. Bu İlahi vahiy ile tescillenmiş şaşmaz
kaidedir.
Ancak burada sıkıntı yoksa o
vakit en büyük sorun, pasiflik, acizlik ve atalettir ya da, kendimize olan
güveni zedeleyecek, sorumluluklarımızı unutturacak, şeytan ve dostlarının
kulaklarımıza fısıldadığı kuruntular, vesveseler, telkinlerdir...
Şu bir hakikattir
ki; Müslüman’ın kendisi varsa, bulunduğu yerde sesi, nefesi ve izi de
muhakkak olmalıdır.
Müslüman’ın yaşadığı yerde
bereketli bir aksiyonu, toplum içinde etkili bir fonksiyonu, Hakk için halka
hizmet eden kuvvetli bir misyonu, kitleler üzerinde iyiliğe ve hayra sevk
edecek güçlü bir motivasyonu muhakkak olmalıdır.
Müslüman asla içinde yaşadığı
toplum ile etkileşimsiz, iletişimsiz duramaz!
Aynı şekilde tarafsız ve
kararsız kalamaz!
Müslüman daima Allah’ın ve
hükümlerinin taraftarıdır.
Bu konudaki isabetli ve
istikamet üzere olan çalışmalarında hizmetkârıdır.
Kimse kusura bakmasın!
İslam inzivaya çekilenlerin,
bananecilerin, toplumun derdiyle dertlenmeyenlerin dini değildir.
İslam’ın inzivası, topluma
hikmet ve güzel üslupla inzarlar devşiren, tebşirler vaat eden Hiralarıdır.
Bu konudaki örneği ise,
yaşadığı toplumun hem dünyasının hem ahiretinin hak ve hayr ile imarı için acı
duyan, sancı çeken, çözüm arayan, büyük hayalleri ve hedefleri olan Muhammed
Mustafa’sıdır.
Hulâsa, Müslüman’ın kütlesi
varsa, kitlesi de olmak zorundadır!
Kitlesi varsa, sesi, nefesi,
izi de olmak zorundadır!
Eğer bir boşluğu dolduruyorsa, esamesi de okunmak zorundadır...