Türkiye bir gariplikler ülkesi. On yıl önce yapılan uygulamalar, on yıl sonra “bunu nasıl yaparlar” diye hayretle karşılanıyor. Dün şakşaklığı yapılan olaylara bugün ağlanıyor. Garip bir durum doğrusu.

            Efendim, ben İlkokula başladığımda Türkçe bilmiyordum. Okulun ilk günü ismi öğretmen olan biri ile tanışmıştık sınıfça. Adam şöyle kravat takmış, ceket giymiş değişik biri idi. Sadece üstü başı değil dili de değişikti. Bizden çok farklı konuşuyordu. Biz onun konuştuğu dili, o da bizim konuştuğumuz dili bilmiyordu. Ama adama git bu çocuklara öğretmen ol demişlerdi. O da gelip dilini bilmediği bize öğretmen olmuştu.

            Uzun süre öğretmen isimli adama baktık. Ne diyor ne demiyor şöyle vücut hareketlerinden öğrenmeye çalıştık. Sonra öğretmen tahtaya bir şeyler çizdi. Bize de defterlerimize çizmemizi istedi. Tabi biz isteneni anlamıyorduk. Sınıfta bulunan asker ve polis çocukları harıl harıl defterlerine bir şeyler çiziyorlardı. Kafalarımızı uzattık. Baktık ki defterlerine tahtadakinin aynısını çiziyorlar. Biz Türkçe bilmeyenler de çizmeye başladık aynı çizgilerden.

            Bizler için bir yol haritası çizilmişti artık. Öğretmen bizlerden bir şey istediğinde adamın vücut dilinden önce anlamaya çalışıyorduk. Sonra asker ve polis çocuklarına bakıp defterlerine bir şeyler çizip çizmediklerine bakıyorduk. Hepimiz aynısından yapıyorduk.

            Ortaokula başladığımızda daha yeni yeni Türkçeyi konuşmaya başladık. Ama eski huyumuzdan, yani Kürtçe’den vazgeçemiyorduk. Tabi bugün dahi anlamlandıramadığım sorunlarla karşılaşıyorduk. 12 Eylül darbesinde ortaokul öğrencisi idim. 12 Eylül’ün en önemli icraatlarından biri; kamusal alanda, diğer deyişle resmi sıfatı olan mekânlarda Türkçe’den başka bir dil kullanmak yasağının katı şekilde uygulanması oldu. Bizler okul koridorunda Kürtçe konuştuk diye öğretmenlerimizden dayak yiyorduk. Nitekim dayak yiyen öğrencilerden bazıları 1984 sonrası, bölgenin deyimiyle dağa çıktılar.

Çok daha acıklı olaylar Diyarbakır Cezaevinde yaşandı. 12 Eylül sonrası Diyarbakır cezaevine evlatlarını ziyarete gelen yaşlı kadınlar, Türkçe bilmedikleri için 10 dakika sadece çocuklarının yüzüne bakabildiler. Hiç ama hiç konuşamadılar.

            12 Eylül’den önce yaşlı bir ninemiz, tedavi amaçlı ilçe merkezindeki sağlık ocağına gelse, doktora tercüman vasıtasıyla derdini anlatıyordu. Bu tercümanlık işini yeri geldiğinde ben de yaptım. Ama 12 Eylül, bu tercümanlık işini de bitirdi. Türkçe’den başka bir dil kullanmak tamamen yasaklandı. Allah aşkına siz cevap verin. Köyden tedaviye gelen yaşlı nine doktora derdini hangi dille aktarsaydı. İşte böyle ucube uygulamalar oldu.

            Hükümet o zamanki ismi TRT Şeş’i açmakla devrim niteliğinde bir iş yaptı. TRT Şeş bir açılımdı ve Kürtlerde bir ferahlama sağladı. Halihazırda TRT Kürdi diye yayın hayatına devam ediyor. Bu vesile ile Kürt kültürü resmi bir devlet kanalından yayımlanmış oluyordu.

            Ayrıca okullara Kürtçe seçmeli dersleri de kondu. Bu da önemli bir icraat idi. Bu anlamda HÜDA PAR çeşitli etkinliklerle Kürtçe dil derslerinin farkındalığını arttırmak istiyor. Çok kıymetli çalışmalar olduğundan şüphem yok. Ama gönül ister ki her çocuk kendi anadilinde eğitimini alsın. Çünkü Kürtçe Allah’ın bizlere vermiş olduğu bir dil ve Allah’ın verdiğini hiçbir kulun geri almaması lazım.