İslam dünyası ve 3. Dünya ülkelerini sömürme planını
uygulayabilmek için Müslümanları İslam’dan uzaklaştırmak zorunda olduklarını
bilen batı emperyalizmi ve dünya siyonizmi bu amaçlarına ulaşmak için her yolu
deniyorlar.
Geçmişte sömürgeci ülkeler işgal ve katliamlarla mazlum
coğrafyaların yeraltı ve yer üstü kaynaklarına çökerken, sonradan ekonomik
ambargolar yoluyla bunu yaptılar. Küreselleşme ile birlikte emperyalizm ve
siyonizm yeni bir aşamaya geçerek silah, katliam, işgal ve ekonomik
ambargolarla hakimiyetleri altına aldıkları toprakları ve halkları; daha fazla “sert güç” unsurları ile elde tutamayacaklarını
gördüklerinden, “yumuşak güç” sonra
da “akıllı güç” taktikleriyle
tahakküm altına almaya başladılar.
Sömürgeleştirmek istedikleri bölgeleri ekonomik ve kültürel
işgal ile kendilerine bağımlı hale getirdiler. Emperyalizmin yeni bir aşaması
olan “Kültürel emperyalizm” veya “Kültür emperyalizmi” ile kendi
kültürlerini sömürge ülke halklarına sevdirerek, onların düşünce dünyalarına ve
zihinlerine sahip oldular. Bununla yerel kültürlerin bir bölümü silinirken, bir
kısmı da egemen kültür ve ekonomi tarafından asimile edildi veya
değersizleştirildi. Yerel halka kendi kültür, medeniyet ve inançlarını onlara
unutturup emperyalistlerin kültür ve inançlarını dayattılar. Böylece farkına bile
varmayan nesilleri silah kullanmadan, para harcamadan gönüllü bir halde kendilerine
“kurşun asker” yaptılar.
Zamanla kendi inancından, tarihinden, kültür ve
medeniyetinden habersiz kalan nesiller ve toplumlar küreselleşmenin baskısı ve
teknolojinin gelişmesiyle; Küresel emperyalizmin ve Dünya siyonizminin planları
doğrultusunda istenilen kıvama getirildi. Hal böyle olunca kendi inancını,
geleneklerini, ülkesini ve milletini savunması gereken genç nesiller ve
aydınlar; kültür emperyalizminin ve dünya siyonizminin fikirleri ile zihinleri
meşgul olduğundan onların değirmenine su taşır hale geldiler.
Zamanında siyasi ve askeri olarak bağımsızlık mücadelesi
veren ve emperyalistlere karşı savaşan ülkelere ve kendimize bakalım da; işgali
def ederken, nasıl da emperyalizmin başka türüne mahkum ve teslim olduğumuzu
görelim. İşgale son verip topraklarımızdan kovduğumuzu söylüyoruz ve bağımsızlığımızı
ilan ettiğimizi iftiharla dile getiriyoruz.
Peki, gerçek böyle mi? Onları kovduk kovmasına lakin onların bütün kanun
ve mevzuatları devlet yönetimlerimize hakim oldu. Hayat tarzları kültür
emperyalizminin sonucu olarak, toplum hayatımıza hakim oldu ve yüz yıldır bununla
iftihar ederek yaşıyoruz. Hani emperyalistlerle savaşmış ve bağımsız olmuştuk?
Oysa kanun, mevzuat, kültür ve yaşam tarzımızla onların esiri bir hale
geldiğimizi göremiyoruz. Ekonomiden eğitim sistemine, aile yapımızdan devlet
güvenliğine kadar her konuda onları taklit ediyoruz. Bakın onların diliyle
konuşup, onların kelimeleri ile yazıp, onların kelimelerini kullanıyoruz. Onların
paraları ile alışverişimizi yapıyor, onların gözüyle dünyaya bakıyor, hatta
dinimizi bile onların bakış ve kültür kodlarına göre tarif etmeye çalışıyoruz.
Okullarımız, kurumlarımız onların dili, mevzuatları ile yönetiliyor. İslam
İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantılarında bile konuşmalar İngilizce yapılıyorsa
başka söz hacet var mı? Ekonomimiz, ihracat ve ithalatımız hangi para birimi
baz alınarak yapılıyor dersiniz? Nerede kaldı bağımsızlığımız?
Düşünce yapımızdan, devlet ve uluslararası kurumlarımıza
kadar onların gösterdiği istikamette yol alıyor, onların iyi dediğine iyi, kötü
dediğine kötü diyoruz. Sonra da mücadele ettiğimizi zannediyoruz. Bakınız
isimlerimizi bile onların diliyle bozuyoruz. Bakıyorsunuz devlet kurumlarından,
medyaya kadar bu tahribat yaşanıyor. Ülkemizi ziyaret eden Arap ülkeleri liderlerine
batılıların diliyle hitap ediyoruz. “El Sani, El Suud” yerine; “Al Sani, Al
Suud” gibi garabet söylemler ile karşılaşıyoruz. Peygamberimizin ismini bile
“Muhammed (S.A.V) değil de, “Mohammed” olarak yazan gafiller var.
ALLAH (CC) emperyalist ve siyonist şeytanların oyunlarına
karşı bizlere şuur, basiret, feraset ile mücadele ruhu versin inşallah.
Wessselam…