Toplum mühendisliği, son dönemlerde sıkça kullanılan bir
kavramdır. Toplumun yapısında değişiklik yapmak için insanların duygu, düşünce
ve tepkilerini yönlendirebilmek, kontrol altında tutabilmek gibi amaçları
vardır toplum mühendislerinin.
Toplum mühendisleri, son yıllarda insanları kitlesel bir
şekilde istedikleri tarafa yönlendirebilmek için hakikatlerden uzak algılara
başvurmaktadırlar. Bir algı bazen kolay oluşur, bazen uzun uğraşlar sonucunda
oluşur. Kolay ya da zor, eğer bir algı oluşmuşsa bunun kırılması, değişmesi
uzun bir zaman almaktadır. Bunun için bir sürece ihtiyaç vardır.
Ortada bir gerçeklik varken toplum mühendisliği yapanlar kitlelere
göstermek istediklerini öne çıkarır, göstermek istemediklerini ise gizlerler. Öyle
ki kimi zaman toplum gizlenen hakikatlerden çok oluşturulmuş algılara
inanmaktadır.
Algı manipülatörleri amaçlarına erişmek için birçok yol ve
yönteme başvururlar. Fısıltı gazetesi yolu başvurulan yöntemlerden biridir. Bu
yöntemle halk arasında kulaktan kulağa hakikatte gerçek olmayan bilgileri
yayarlar. Ve böylece algılar oluşturarak amaçlarına ulaşmak isterler.
Aynı şekilde küresel anlamda dünyada egemen olan düşünce
kuruluşları ve devlet yöneticileri tarafından da oluşturulan algılar vardır. Buna,
1990’lı yıllardan bu yana Avrupa’da var olan ve son 20 yıldır artan İslamofobi
örneğini verebiliriz.
2001’de ABD’de yaşanan İkiz Kule saldırılarından sonra
küresel manipülatörler baskın bir perspektifle İslami şiddetin sürekli
artmasını dile getirerek toplumu istedikleri düşünceye yönlendirdiler. Bu
saldırılardan sonra her fırsatta “İslam ve şiddeti” “Müslümanlar ve terörizmi”
birlikte kullanarak hem bir algı oluşturdular, hem de bir korku paradigması
meydana getirdiler.
Küresel güçler oluşan algılar ve korku paradigmasından
aldıkları güçle İslam beldelerine yönelik saldırılar gerçekleştirdiler, 2003’te
Irak’ı işgal ettiler. 2005’te Danimarka’da aşağılık karikatürler yayınladılar.
2007’de Hollanda’da açıkça Peygambere ve Kur’an’a hakaret eden “Fitne” adında
kısa bir film yaptılar. 2009’da İsviçre’de minare yapmayı yasakladılar. Fransa’da
tesettür aleyhinde uygulamalar başlattılar.
Avrupalıların bile asıl sebebini bilmediği bu haksız saldırı
ve ithamlar, “İslamofobi” adı altında yapılmaktadır. Avrupa basının ve kimi
manipülatörlerin oluşturduğu algılar neticesinde artan İslamofobi, her ne kadar
1991 yılında gündeme gelip 11 Eylül saldırılarından sonra tavan yapmışsa bile
bu sorun, son 20 yılın sorunu değildir.
Hz. Peygamber daha hayattayken İslam’a karşı saldırılar olmuş,
İslam’ı insanların gözünden ve gönlünden düşürmek, karalamak, Müslümanları
barbar ve ilkel göstermek gibi pek çok şekille İslam karşıtlığı yapılmıştı.
Yine, Hz. Peygamber daha hayattayken birçok iftira, hakaret ve ithamla
karşılaşmıştı. Defalarca, İslam düşmanları tarafından öldürülmek istenmişti.
Ancak her defasında Allah onu korumuş, böylece İslam düşmanlarının suikastları
akim kalmıştı.
İslam karşıtları o günlerden bu güne hala aziz İslam’a ve
Peygamberine karşı saldırı, hakaret ve iftiralar yapmaktadır. İslam Peygamberi
ve sahabeleri, İslam karşıtlarının saldırı, sabote ve iftiralarına karşı Allah’ın
kelamına sıkıca sarılıp, emirlerini eksiksiz yerine getirdiklerinden dolayı İslam
düşmanları başarısız olmuştu. Dolaysıyla bugünün Müslümanları da, İslam
karşıtlarının İslamofobi düşüncesine karşılık, İslam’a ve Kur’an’a sıkıca
sarılmalı, dinin iyilik ve güzelliklerini yaymalı ve şartları zorlayarak
Müslümanların vahdetini sağlamalıdırlar.
İslami vahdet sağlanmadan İslam karşıtlığı algısı ve
İslamofobik saldırılar tam anlamıyla sona ermeyebilir, ancak eğer Müslümanlar
arasında gerçek anlamda bir ittifak sağlanıp vahdet olursa İslam düşmanlarının
Müslümanlara yönelik devam eden küresel saldırı ve baskıları sona erecek ve
Müslümanlar rahat bir nefes alacaklardır.
0 yorum