Zaman zaman öğrenciler veya yeni
okumaya başlayanlarla bir araya geldiğimizde “Batı Klasikleri” okuduklarını
dile getirirler. “Tavsiye eder misiniz?” diye eklerler.
Hemen cevap vermeden önce bir
girizgâh yapmakta fayda var: Dolu bardak, su almaz. Boş bardak ise dolar.
Hangisi olduğumuza karar vermeliyiz.
Okuma alışkanlığı kazandırmak
gayesiyle henüz kitap okuyanlara Batı klasiklerini tavsiye etmek, kişide fikir
oluşumunda yanlış yönlendirme olur. Boş bardağı su, yani olması gerekenle ile
değil, haram müskirat ile doldurmak gibidir bu durum.
Fikir yani düşünce dünyamız o
eserlerdeki düşünce ile şekillenecek, değerlerimize ters bir hayat nizamını
benimseyeceğiz. Tabi ki hemen değil, yavaş yavaş ve fark etmeden olacaktır bu
değişim.
“Okumaktan korkmamak lazım
hocam!” diyenleri de duyuyorum. Lakin mevzubahis konu bu değil. Okuma
alışkanlığı ve süreci, düşünce dünyamızı şekillendiren bir eylem olduğundan
dikkatli olmak icap eder. Tıpkı yiyince istifra edeceğinizi bildiğiniz kötü bir
yemek gibi. Yer misiniz, hayır! Değerlerimize aykırı fikirler de böyledir. Bizi
istifra ettirmeden önce İslam medeniyetinin kadim ve engin ilim/irfanından
istifade etmeliyiz.
Önce İslamî romanlar okuyarak
okuma alışkanlığını kazanmalı ve bu arada İslam’ın dikkat çekici öğelerini
gözlere ve kalplere dokumalıyız. Sonra aşama aşama akideye dair imanı
güçlendiren eserlere basitten başlamalıyız.
Okudukça pratiğe yansıyan ameli
yönümüz güçlenmelidir. Namaz, cami, cemaat ve aynı fikir ve zikir etrafında
öbeklenmiş arkadaş grubu ile kitap tahlillerinde bulunmalıyız. Fikir dünyamız
Kur’an mealiyle hadis dünyasıyla da şekillendikten sonra artık Batı klasikleri
ve gayrı İslami eserleri de rahatlıkla okuyabiliriz. Çünkü elimizde bir mihenk
taşı yani akide ve inanç var. Kısaca bardağımız dolu. Gayri İslami fikirleri
almaz. Müskiratla dolmaz. Allah’a götüren bilgiyle ful bir halde. Haramla
değil.
Neden bunlardan bahsettim
derseniz, batı klasiklerinin yazarları hakkında bazı bilgiler okudum. Nisbeten
paylaşmak istedim. Biz bu yazarları ve eserlerini öncelikli görmemeli, ama
bilmeliyiz/tanımalıyız. Bu da önce kendimizi değerlerimizle yetiştirdikten
sonra olur.
William Shakespeare:
Çapkınlığıyla ünlüdür. Karısı düğünde üç aylık hamileydi.
Honore de Balzac: Günde 50 adet
koyu Türk kahvesi içiyordu. Bir oturuşta on kişilik yiyordu. Kahve
zehirlemesinden öldü.
Charles Dickens: Evdeki eşyalar
ve düzen konusunda takıntılıydı. Afyon bağımlısıydı. Paris morgu'na sık sık
uğrar, boğularak ölen avarelerin ve sahipsizlerin cesetlerini inceleyerek
günlerini geçirirdi.
Dostoyevski: İflah olmaz bir
kumarbazdı. Parası defalarca sıfıra inmiş, bu uğurda karısının parasını çalmış,
yakınlarının elbiselerini ve eşyalarını satmıştır. Tanrının Ortodoks, İsa’nın
Rus olduğunu iddia edecek kadar dindar ve Slav milliyetçisidir.
Tolstoy: Gençliğinde sefahat
düşkünüydü. Yaşlılığında eti, alkolü ve tütünü bıraktı ve yulaf, ekmek ve sebze
çorbasından oluşan kısıtlı bir besinle yaşamaya başladı.
Mark Twain: Hastalanınca iki
gün kendini aç bırakırdı. Halley kuyruklu yıldızı takıntısı vardı.
Jack London: Alkolikti.
Beyazlar için Sosyalizmi savunuyordu. Uzakdoğulular ve siyahlardan haz
etmiyordu. Aşırı morfinden ölmüştür.
Franz Kafka: Hastalık hastasıydı.
Vejetaryendi ve yemek yerken her lokmasını en az 45 kere çiğnerdi. Zamanın
Nudist/Çıplaklık hareketine katıldı.
Ernest Hemingway: Alkolikti.
1961'de intihar etti.”(Kaynak: Robert Schakenberg/Büyük Yazarların Gizli
Hayatları)
0 yorum