Her gün bu ülkede de kadını güçlendirmeye yönelik yeni bir adım atılıyor, yeni yasalar, yeni uygulamalar getiriliyor.
Fakat deniz suyu içmek gibi bunların peş peşe emredilmesi kadını korumuyor aksine her yeni düzenleme beraberinde başka sorunları büyütüyor.
Eugen Huber’in İsviçre için yazdığı Medenî Kanunu, çok ufak rütuşlarla alıp müslüman bir toplumda uygulamak kadını korumadı.
Dini duyarlılığı zayıflatmakla beraber, geleneği hızlı bir şekilde kentleşmeye kurban etmek kadını korumadı.
Ne 4271 ne 4320 ne 6284 sayılı kanunlar, ne CEDAW ne başka sözleşmeler. Bunlar üzerinde çok titiz durulduğu halde hiçbiri kadını korumadı.
Kadının şartsız ve mutlak bir surette ekonomik açıdan desteklenmesi, onu güya keyfî baskılardan koruyup güçlü kılacaktı, devlet bunun için maksimum ayrıcalıklar getirdi ve kadınların istihdamı aşırı derece artırıldı ama bu da kadını korumadı.
Feminizme olağanüstü alan açıldı. Kadının bilinçli dindarlaşmasına bile feminizm enjekte edildi, kocaya itaati ele alan ayet ve hadislerin açık hükümlerine bile bir çeşit yorum yasağı getirildi fakat bu da kadını korumadı.
Erkeğin ikinci eşle evliliğinin resmen yok sayılması da kadını boşayan erkeğe ömür boyu nafaka cezası da kadını korumadı.
Kadın erkek eşitliğinin her türlü zihnî, fıtrî, biyolojik normların ötesine geçilerek dikte ettirilmesi de evlerin kadınsız bırakılması da kadını korumadı.
Kadını anneliğe değil, estetik kaygılara, bağlamından kopuk özgürlüğe, bireyselliğe, tüketim odaklı zevke ve batılılaşma adına ne varsa hepsine özendirmek de kadını korumadı.
Alemin örnek kadınlarından, Hz.Asiye’den, Hz.Meryem’den, Hz.Hatice’den, Hz.Fatıma’dan, hanım sahabilerden, ilim ve irfanda öncü kadınlardan habersiz bir eğitim kadını korumadı.
İşin daha da temeline inersek, maneviyatı hatta tek ilaha inanmayı toplum için ilkellik sayan ve Kemalizm’in fikir babası olan Auguste Comte’ın Pozitivizmi kadını korumadı.
“Su yüz derecede kaynar” iddiasını deneyle ispatlayıp “alın size bilim” demek kolaydı ve makuldü. Ancak “kadını İslam değil biz koruruz” biçimindeki bilinçaltı mottosuyla haşa Allah’a meydan okuyan ayarsız azgın yaklaşımlar, bugün yeryüzündeki insan türünü ciddi ciddi tehdit eder hale geldi.
Oysa Hakikat çok sade idi:
Kadını, Kur’an-ı Kerim korudu, korur ve koruma garantisi verir. Nisa suresiyle, Meryem Suresiyle, Ahzab, Nur, Mücadele Suresiyle, Tahrim suresiyle, hasılı 114 suresiyle 6 bin küsür ayetiyle korur.
Kadını Sünnet-i Seniyye korur. “En hayırlınız kadınlara en iyi davranınızdır” diyerek korur. Eşlerine, kızlarına, ümmetinin kadınlarına en mükemmel muamelesiyle örnek olan Efendimiz (sav)’e teslimiyet korur.
Kadını, sarhoşların, müptezellerin ve çağdaş müşriklerin yaygaraları değil Şeriat-ı Garra-yı Muhammediye korur. Kadını, şehvetperestlerin rezilliklerinden, iğrenç fitnelerinden uzak tutarak iffetle, haya ile, emanetle, ibadetle, ahlakla, hakkaniyetle, adaletle korur.
Kadını; edepli, terbiyeli, sorumluluğunun farkında, saygılı, muhabbetli kısaca takvalı kocalar, evlatlar, babalar, anneler korur.
Kadını; seddi zerayi korur. Yani televizyonlarda, sosyal medyada, sanat dünyasında, sokakta fuhşiyatı, münkeratı, çirkeflikleri yayanlara engel olmak kadını korur.
Evlilik maddi ve manevi zeminde -lafla değil gerçekten- kolaylaştırılmadan kadın da aile de korumaz.
Vahyin erkek ve kadına verdiği hakları, yükümlülükleri, ruhsatları yok sayarak düz mantıkla kadın korunmaz.
Ve bir ülkede hem kadın düşmanları hem kadın ikisi birlikte korunamaz. Hem laiklik hem müslüman şahsiyetin aynı anda bir arada korunamayacağı gibi.
Birini seçmek zorundasınız.
Kadını korumayı mı? Kadını bir reklam ve şehvet nesnesi görüp sömüreni korumayı mı?
Kadının iffetli özgürlüğünü mü? Kadının tenine erişme özgürlüğü için çabalayan esfeli safilini mi?
Mevlâ hıfzeyleye..