Anlatılır ki; bir okulda, okul müdürü kendisine verilen
görev gereği üç öğretmeni yanına çağırmış. Kendilerine şöyle demiş: “Siz üç
öğretmen, okul sistemimizdeki en iyi ve en uzman kişiler olduğunuz için her
birinize, okulun en seçkin, en zeki öğrencilerinden 30 tanesini vereceğiz.
Sizler bu öğrencilerle özel dersler yapacak ve yakından ilgileneceksiniz. Bu
öğrencilerin gelecek yıl da hızlarını korumalarını sağlayacak ve onlara çok şey
öğreteceksiniz.”
Üç öğretmen, müdürün bu teklifi ve görevi karşısında
sevinmişler. Müdür, bu çalışma için belirlenen 90 öğrenciyle de görüşmüş,
kendilerine söylenmesi gerekenler söylenmiş. Aynı şekilde aileler de bu
çalışmadan haberdar edilmiş. Üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin aileleri
bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünmüşler.
Okul döneminde hepsi çok mutlu bir şekilde derslerde
bulunmuşlar. Öğrenciler de memnun, öğretmenler de memnun olmuş. Her çalışmanın
bir sonu olduğu gibi o projenin de sonuna yaklaşılmış. Sene sonu gelmiş ve sene
sonunda projede bulunan öğrenciler okuldaki diğer öğrencilerden yüzde 30 daha
başarılı olmuşlar.
Yılsonunda müdür projede bulunan öğretmenleri, öğrencileri
ve aileleri çağırmış ve bir toplantı yapmış. Toplantıda mikrofonu eline alan
müdür evvela üç öğretmeni sahneye çağırmış ve onlara hitaben şunu demiş:
“Sizlere bir itirafta bulunmak istiyorum. Sizlere verdiğimiz 90 öğrenci okulun
en zeki ve en çalışkan öğrencileri değildi. Bu öğrencileri tesadüfen listeden
seçtik.”
Müdürün bu itirafından sonra öğretmenler doğal olarak
öğrencilerde görülen başarının kendi istisnai öğretme becerilerine bağlanması
gerektiği sonucuna vardılar ve bu sonuca da sevindiler. Ancak müdür yeniden söz
aldı ve öğretmenlere dönerek şunları dedi: “Bir itirafım daha var. Aslında
sizler de okulun en seçkin, en parlak ve en uzman öğretmenleri değildiniz.
Sizlerin de isimlerinizi kâğıtlar arasından rastgele seçtim. Sizler ve sizlere
verdiğimiz öğrenciler, inandığınız için başarılı oldunuz.”
Evet, sevgili okurlar! Hikâyedeki öğretmen ve öğrenciler
yaptıkları işte hedefe ulaşacaklarına inandıkları için başarılı oldular.
Hayatın bir gerçeğidir; başarmak için inanmak gerekir. Hangi iş olursa olsun işlerini
severek yapanlar, hedefe ulaşacaklarına inananlar ve özellikle de ön
yargılarından sıyrılanlar başarılı oldular. Başarıya ulaşmak isteyen, öncelikle
“başarılı olamam” önyargısını ve başarıya ulaşmasının önünde engel teşkil eden
alışkanlıklarını terk etmesi, onu başarıya götürecek temel ilkeleri de
alışkanlık haline getirmesi gerekir. Bu ilkelerden ilki ve kanaatimce en
önemlisi inanmaktır.
Her insan yaptığı işte başarılı olmak ister. Ancak başarı
kavramı herkese göre aynı olmayabilir. Çünkü başarı göreceli bir kavramdır.
Tanımlaması herkesin bakış açısına göre farklılık gösterilir. Ancak başarıya giden
yollarda bazı “ortak ilkeler” ve “ortak değerler” vardır. Bu ilke ve değerler
ise öğrenilebilir, geliştirilebilir. Bunlar kişinin hayatında ne kadar
uygulanabilirse kişi o derece hayatta başarıya yaklaşmış olur.
Göreceli bir kavram olan başarı aynı zamanda kişiden
kişiye de değişen bir olgudur. Örneğin bir futbol takımı ligde küme düşmemeyi
başarı olarak görürken başka bir takım ise şampiyonluktan başka hiçbir hedefi
başarı olarak değerlendirmeyebilir. Bu örnekten yola çıkarak şunu diyebiliriz
ki, başarı değerlendirmesi gelişmelere ve bakış açısına göre değişebilir.
Başarı; kişinin arzuladığı bir işi istediği şekilde
bitirebilmesi, başarmak istediği güzel bir şeyi yapabilmesi ve ulaşmak istediği
hedefe varabilmesidir. Kimine göre başarı şartlar ne olursa olsun içinde
bulunduğu ortam ve durumdan yeni şeyler öğrenebilmek, zorlukların ardındaki
kolaylıkları görebilmektir. Başarısızlıklardan dahi başarılar meydana
getirebilmek ve huzurlu hissedebilmektir başarı. İstediği hedefe ulaşabilen
kişi, elde ettiği netice sonunda huzur ve mutluluk duyabiliyorsa “başarılı”
olmuş sayılır.