İman, kalbin eylemidir. Hem
soylu hem de asil bir yönelimdir. İman, bağımsızlık, öz uyanış, irade,
dengeli bir ümmet ortaya koyan devrimci bir ruhun eylemidir. Hayata
hazırlayan ve hayatın
dışında yaşayanları hikmete,
adalete, güzelliğe çağıran bir eylemdir. Ahlaksızlığa karşı çıkarak diriliş ve
uyanış kapılarını açan sosyal mevkileri ortadan kaldıran, insanı erdemli kılan,
sömürüye, zulme, karanlığa karşı direnen, resullere refik eden bir eylemdir.
Öyle ki her türlü küfre ve
aşağılığa karşı hidayet ve felahın gür sesiyle mukavemet eden manevi iklimin
pırıl pırıl adıdır. Zaten iman, suyun kurumuş toprakları canlandırdığı gibi ölü
gönülleri ihya edendir. Fizik ötesine uzanarak gaybın duru kapılarını açıp
irfan yolculuğuna çıkartandır. İman, maddeyi ve manayı birleştirendir.
Amacın ve yaratılışın ne olduğunu anlamlandırır. İman, çığlıklar ve çılgın
kahkahalar arasında boğulmuş insanı yeniden biçimler, yeni iddialar peşinde
istikrarlı, ezelden ebede, faniden bakiye taşıyan müthiş bir mefkûredir.
İnsanlığın hayatında muazzam değişimlere kapı aralayan büyük bir inkılaptır.
Evet, gerçekten asrımızın
keşmekeşliği ve farklı yönelimleri insanı yutuyor. İmanın mefkûresini anlamayan
ve yaşamayan bu boğulmadan kurtulamaz. İmanı tatmayan ve yaşamayan
kişi, benliğini, şahsiyetini, onurunu, öz değerlerini kaybediyor. Bu
yüzden bugün insanlık cehennemi bir uçurumun kenarındadır. İmandan
uzaklaşan kişi en başta kendi eksenini kaybediyor. Daha sonra tolumun çekirdeği
olan ailesi ağır bir yara alıyor ve müstakim eksenini kaybediyor. Her gün
ekranlarda ve manşetlerde boy boy ilginç haberler ve yıkımların nedeni bu değil
midir? Güçlü bir deprem, önüne geçilmez bir sel, erozyona uğramış bir alanın
siren seslerini görüyoruz.
Aslında yaratıcımız; “Ailene
namazı emret ve kendin de ona devam et… (Taha/132)’’ şeklinde bir öğretisiyle
bize çok derin ve engin bir ufuk açmıştır. Bizi bizden alacak, bizi başta kendi
nefsimiz ve yanılgılarımızdan azade edecek bir pencere… Çağın belki de iç içe
geçmiş bütün zifiri karanlıklardan kurtaracak ve her an uyanık kalmayı
sağlayacak bir kapı açmıştır. İşte tam bu noktada bize düşen görev bu ilahi
söyleme yüreklerimizi sonuna kadar açarak doya doya istifade yoluna gitmektir.
Yani imanın aksiyon ve eylem halini ilkin kendi benliğimizde ve ailemizde
yaşatmaktır.
Zaten hayat ihtiyarlanıyor,
insanlar da… Tek çare tek çözüm ve daima diri kalmak için imanın güzelliklerine
yapışmak, hem de sımsıkı yapışmak gerekir. Evet, geliyor gelmekte olan… Kaçış
nereye ve kime? Bu soru bağlamında tefekkür ettiğimizde her şey bizi aslında
Ona çağırıyor. İman, çağrıya icabettir. Allah’ın öğretilerine ram
olmaktır. Bunun ifası için başta nefsimiz olmak üzere buna icabettir.
Ailemiz ise icabetin yaşam alanıdır. Bu yaşam alanından asla taviz
vermeyelim. İmanlı bir yaşam alanı hem dünyamızın hem de ahiretimizin teminatı
olacaktır.