Merhum Necip Fazıl, “Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an; kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!” demişti. Ona mefhumu muhalif ile nazire vakti: “Şimdi sevin Sakarya, sevinmek vakti bu an; kehkeşanlar bile şaşmış yeni günleri an!”
Arka planda tam olarak neler oldu, detaylı bilmediğimiz için temkinli konuşuyoruz, birilerinin menfi algılarına meze olup da vebal almaktan Allah’a sığınarak konuşuyoruz, sadece ortak düşmanımız karşısında da değil birbirimize en çok muhtaç olduğumuz şu ahvalde mezhebin, meşrebin hiçbir öneminin olamayacağının idrakiyle konuşuyoruz, “beşeriz, ferd de olsak, cem de olsak şaşarız” deyip eski yeni hiçbir defteri karıştırmadan konuşuyoruz.
Ve bayram ediyoruz.
Bu, başta İran İslam Cumhuriyeti’nin zaferi olsa da tüm müslüman halkların kalbine de kazındı.
Atılan füzelerin isabet etmesi için yeryüzünün doğusundan batısına sadece şiisi değil, sünnisi, nasranisi, vicdanlısı, merhametlisi, hatta insaf ehli yahudisi bile dua etmedi mi?
Bütün alem, hedefi vuran her füze ile “zulmün kritik merkezleri inşallah tamamen târu mar olmuştur” demedi mi?
Azgın güruhun sığınaklarda fareleşip birbirlerini yediklerini, gaspettikleri yurdu kaçıp terketmek için büyük servetler ödediklerini görünce hamd etmedik mi?
“İnşaallah nükleer tesislere ciddi bir zarar veremezler, şımara şımara gösterdikleri hayalet uçakları, hayal ettiğine kavuşamaz” diye niyazda bulunmadık mı?
Füzelerin isimleri ve özellikleri açıklandıkça göğsümüz kabarmadı mı?
İşgal rejiminin vurduğu o ilk darbeye rağmen -ki hiçbir ülkenin öyle bir anda seri suikastler ve ağır bombalamadan sonra sarsılmadan yoluna devam etmesi kolay değildir- kısa sürede hemen toparlanıp karşı hücuma geçmelerini görünce derin bir nefes almadık mı?
İslam Ülkeleri çoğunlukla zaten ABD ve siyonistlerin güdümünde, Rusya ile Çin de yardım etmezse bu İran, tek başına bu belayı nasıl atlatacak, tüm dünya üzerine gelirken nasıl ayakta duracak diye tedirgin olmadık mı?
Deliklere saklanmak yerine sokaklara çıkan, kefeniyle Cuma namazına koşan İran halkının o yiğit tavrını görünce ve -dışarıdaki ihanetin şahı hariç- içerideki en sert muhaliflerin bile “israile karşı devletimin yanındayım” deyişini görünce onlar kadar hepimiz iftihar etmedik mi, tekbiri bile neredeyse onların ağzıyla “ellâhuekber” diye getirmedik mi?
Elbette ki, İran işi yarım bırakmasaydı, ateşkesi hemen kabul etmeseydi ve işgal rejiminin işini komple bitirseydi daha çok sevinirdik.
Mevlâ lutfetseydi de işgal edilen topraklarda taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmasaydı, haber bültenleri, lanetli kavmin elebaşlarının tek tek “itlaf” haberlerini geçseydi daha çok sevinirdik.
Bir yandan terör çetesini vurduğu için tebrik ederken öte yandan bu vesileyle İran’ın yeniden kazandığı prestijin söndürülmesi için yoğun çaba harcayanlar, füze filan atamasalar da en azından “ülkemde siyonist istemiyorum” mottolu kanun teklifini meclisten geçirselerdi daha çok sevinirdik.
İran’dan her füze atılacağı zaman, “bu gece öyle bir şey atacağız ki” cümlelerinin öncesinde “Yarın Gazze’yi terketmezseniz, HAMAS ve İslami Cihad gibi direniş gruplarının istediği ateşkesi kabul etmezseniz” gibi ifadeler de olsa daha çok sevinirdik.
İslam İş Birliği Halinde Kınama Teşkilatı, bu son hadise üzerine toplanma için yapacakları masraf yerine dizi film işine filan girse daha çok sevinirdik.
Katar’daki Amerikan üssü vurulunca hassasiyetleri göz yaşartan kimi düş kırıklığı beyanlar olmasaydı daha çok sevinirdik.
İran, Mossad’a karşı yoğun biçimde yaptığı kendi içindeki temizliği çok çok önceden yapmış olsaydı -takdir tedbirin önüne geçemez de- liderleri ve kritik konumdaki bilim insanlarını koruma konusunda bu kadar açık vermeseydi daha çok sevinirdik.
Yine İran’la Sünni alem bu son kararlılık vasıtasıyla, iki taraflı önyargılar, netameli öyküler ve keskin kanaatleri bir yana bırakıp yeni yakınlıkların kapısını aralamaktan söz etselerdi daha çok sevinirdik.
Velhasıl iki hafta ne garip bir zaman dilimiydi. İki bin sayfa ders çıkarılacak kadar sırlı, hikmetli, bereketli.
Mübarek olsun.