Gazze’ye yönelik vahşi saldırılar devam ederken Batı Yaka’da yükselen direniş de Siyonist terör rejimini ciddi biçimde rahatsız ediyor.

Terör rejiminin toprak ilhakı, ev yıkma, alıkoyma ve infazlara rağmen direnişi kıramadığı, aksine her şehidin direnişe kan ve can olduğu geçen sürede daha iyi anlaşılıyor.

Ama Batı Yaka’da direnişin karşı karşıya kaldığı önemli sıkıntılardan biri de işbirlikçilerin verdiği tahribattır.

Mahmut Abbas’a bağlı güçlerin son zamanlarda özellikle direnişi hedef alma, siyonist çeteye ihbar etme, alıkoyma ve infazlara kadar varan eylemleri söz konusudur.

İşgal rejiminin çevresindeki işbirlikçi rejimlerin yıllarca yaptıklarını şimdilerde Mahmut Abbas ve ekibi ABD, Körfez emirlikleri ve terör rejiminden aldığı destekle yapıyor.

Oysa Mahmut Abbas’ın da içinde yer aldığı FKÖ, yıllarca işgalci siyonist rejime karşı mücadele etmişti.

Bu mücadele sürecinde komşu ülkelerden de Filistin davasına ihanet edenler vardı.

Özellikle Ürdün ve Suriye’den söz etmek istiyoruz.

1967’deki savaşta siyonist rejime karşı yenilgi alan ve topraklarının bir kısmını kaybeden Ürdün krallığı için önemli sıkıntılardan biri Ürdün’e yerleşen Filistinlilerdi.

Filistinliler,  21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılması karşısında harekete geçmeyen krallık yönetimini protesto ettiler. Protestoların artması sonucu Ürdün krallığı, “Filistinliler yönetimi ele geçirmek istiyor” iddiasıyla önce göstericileri, sonra tüm Filistinlileri hedef almaya başladı. Ürdün ordusu, Haziran 1970’te başkent Amman yakınındaki Zerkā Filistin mülteci kamplarını top ateşine tuttu ve binlerce kişiyi öldürdü. İşgalci siyonist rejim karşısında ciddi hiçbir adım atmayan işbirlikçi kraliyet rejimi, söz konusu Filistinliler olunca gaddarca saldırmış ve büyük bir vahşete imza atmıştı. Filistin tarihinde bu olay “Kara Eylül” diye adlandırıldı. Bu isimle silahlı bir örgüt kuruldu ve bu örgüt hem siyonistlere hem de Ürdün yöneticilerine yönelik suikastlar gerçekleştirdi. Kara Eylül örgütü, yapılan katliama cevap olarak 28 Kasım 1971’de Ürdün başbakanı Vasfi Tel’i suikastla öldürdü.

Ürdün’den katliamdan kaçanların bir kısmı Suriye’ye sığınırken Ürdün ordusu tarafından bombalandı. Sonradan çıkan belgelerde Ürdün Kralı Hüseyin’in bu bombalamada siyonist terör rejiminden de destek istediği ve yardım aldığı ortaya çıktı.

Suriye sığınanlar Baas’ın başbakanı Salah Cedid ve Savunma Bakanı Hafız Esad’ın arasının açılmasına neden oldu. Salah Cedid, yardım etmeye taraf iken Esad buna karşı çıktı. Nitekim Esad, bu tavrının karşılığını aldı ve “aldığı destekle” Salah Cedid’i devirip yönetime el koydu.

İşte Mahmut Abbas’ı ve ihanetini biraz da bu tarihi veriler ışığında anlamak faydalı olur.

Son yaşananlar Abbas’ın içinden geldiği geleneğin neden sürekli darbeler yediğine de aslında iyi bir örnektir bu.  Belki de ihanetin boyutu çok eskilere kadar gidiyordur.

Mesela siyonist terör rejimi Tunus’ta FKÖ yöneticilerinin kaldığı binaya operasyon yaptığında sadece Ebu Cihad’ı (Halil el Vezir) hedef aldı. Aynı binada Mahmut Abbas’ın da bulunduğu; ama ona yönelik bir şey yapılmadığı iddia edildi.

 

Hatta Yaser Arafat’ın ölümünde de zehirlenme şüphesine dair ciddi iddialar var. Arafat’ın ölmeden önce Abbas ile arasının bozuk olduğu ise bilinen bir şey.

 

Mahmut Abbas ve hayatı oldukça ibretlik aslında.

 

90 yıllık ve neredeyse ölümün kıyısında dolaşan bir adam, direnişin dipdiri olduğu topraklarda heybesinde sadece ihanet olduğu halde mukadder sona doğru gidiyor.

 

Rabbim bizlere ve halis niyet sahibi tüm müslümanlara salih ameller işlemeyi ve ak bir yüzle gitmeyi nasip etsin.