Cumhurbaşkanlığı ile
Milletvekili seçimleri sürecinde siyasi partilerin en önemli konu
başlıklarından biri, Türkiye’de yaşanan ekonomik sıkıntılardı.
Muhalefet her fırsatta
ekonominin çökme noktasına geldiğini dile getiriyor, hükümetin bu konuda
sınıfta kaldığını vurguluyordu.
CHP’nin başını çektiği
muhalefet, kendilerinin kazanması durumunda ekonominin düzeleceği iddiasında
bulunarak seçmenin oyunu talep ediyordu.
Diğer taraftan hükümet de
ekonominin çok iyi gitmediğini bildiğinden dolayı seçim sürecinde memurlara,
çalışanlara, emeklilere müjdeler veriyorlardı.
Hayat pahalılığı konusunda
şikâyette bulunan vatandaşların haklı taleplerinin yerine gelmesi için
mesuliyet yükleneceğini söylüyordu.
Seçimler oldu, vatandaş
tercihini AK Parti’den yana kullandı. Millet artık seçim sürecinde verilen
vaatlerin yerine gelmesi ve ekonomik sıkıntıların düzelmesi beklentisi içine
girdi.
Millet haklıydı elbette,
çünkü ekonominin düzelmesi, hayat pahalılığın ortadan kalkması, yaşam
şartlarının iyileştirilmesi gibi konular iktidarın en önemli konu başlıkları
arasındaydı.
Ekonominin düzelmesi için
değişikliklerin olması elzemdi, gerekliydi. Bunun bilen hükümet ekonominin
başına tecrübeli birini getirerek sorunu halletmeyi hedefliyordu.
Bu düşüncelerle, Maliye ve
Hazine Bakanlığı’na Mehmet Şimşek getirildi. Sayın Şimşek getirildiğinde
aslında milletin çok da faydasına olacak bir durumun meydana gelmeyeceği kimi
öngörülü kişiler tarafından dile getirildi.
Ancak tüm olumsuz düşüncelere
rağmen vatandaş umut içinde, ekonominin düzelmesi hususunda atılacak adımları
bekledi.
Atılan adımlar faizi,
enflasyonu ve dolar kurunu yükseltti. Zamları ve hayat pahalılığını beraberinde
getirdi. Vergilerin artışına sebep oldu.
Dövizin ve vergilerin
artışıyla birlikte yakıta da bir anda yüksek bir zam geldi. Yakıta zam geldiği
gibi birçok üründe de fiyat değişikliğine gidildi.
Vatandaş bu gelişmelerden,
yapılan zamlardan, düzelmeyen ekonomiden çok ciddi anlamda rahatsız. Çünkü
zamların devamının geleceğinden endişelenmektedir.
Hükümet vatandaşın
endişesinin giderilmesi konusunda mesuliyetler üstlenmelidir. Evet, deprem ve
seçimle birlikte bütçe açığı yaşandı, dış borç çoğaldı.
Hükümetin bu açığı kapatması
için çözüm arayışına girmesi çok doğal ve gerekli bir durumdur. Ancak bu açığı
kapatmak için sadece vatandaşa yüklenmemelidir.
Hükümete düşen, hayat
pahalılığı hususunda zor günler yaşayan vatandaşı merkeze alarak krizi aşmak
için yeni tedbirler geliştirmektir. Alınacak tedbirler; vergileri artırmak,
akaryakıta, gıdaya, tohuma, gübreye zam yapmak değil tabi ki.
Maalesef ekonominin düzelmesi
hedefiyle yapılan her değişiklik sonrasında en büyük mağduriyeti vatandaş
yaşamıştır. Sürekli fatura vatandaşa kesilmiştir.
Bütçe açığını kapatmak için
vatandaşa yüklenmek, vergileri artırmak, zamların yapılmasına olanak tanımak
yanlış politikadır, doğru ve adil bir yöntem değildir.
Hükümet “sosyal devlet”
hedefini bu stratejilerle gerçekleştiremez. Sosyal devlet olmak isteniliyorsa,
atılacak adımlarda vatandaş merkeze alınmalıdır.
Vatandaşın merkeze
alınmadığı, hesabının yapılmadığı zamanlarda ortaya konulan projelerin tam
anlamıyla başarılı olması zor bir ihtimaldir.
Devletler, hükümetler,
kurumlar insan için var olmalıdır; bu teşekküllerin amaçları insana hizmet
olmalıdır. İnsan olmadan devletin olmasının ne önemi vardır.
Devletlerin bütün sistemleri,
insan odaklı olmalıdır. İnsanı merkeze almayan, insanın çıkar ve menfaatini
öncelemeyen sistemlerin uzun süreli olması düşünülemez.
Bu sebepler dolaysıyla, hükümet
ekonomik açıdan var olan sıkıntıları aşmak için ülkenin ve milletin faydasına
olacak her öneri ve eleştiriyi dikkate alarak insan merkezli yeni politikalar
geliştirmeli ve bunları ivedi bir şekilde hayata geçirmelidir.