Sorulan soru biraz
rahatsızlık verebilir. Hafız kardeşlerimizi yermek ve hafife almak gibi bir
niyetten Allah’a sığınırız. Biz hiçbir kimseyi rencide edici ya da kötüleyici
bir dil kullanmamaya önem veriyor, küçük düşürücü söylem ve eylemlerden
olabildiğince kaçınıyoruz. Niyet, kalemimizin yazabildiği kadar bazı
hakikatleri dile getirmektir. Yoksa biz ne hafızlığa ne de Kur’an dinlemeye
karşıyız, aksine bunlar bizim için yapmamız ve saygı duymamız gereken birincil
özellikler. Buradaki kastımız Kur’an’ın maksat ve gayesi, mesajı, ne demek
istediğini, okurken ne dediğini anlamaktır. Yani Kur’an’ın özüne inme. Çünkü
öze inildiğinde maksat anlaşılmış olacaktır.
Burada karşımıza çıkan hafız,
Kur’an ve öz kelimelerini incelediğimizde Kur’an okumak ile Kur’an’ı anlama ve
uygulamak arasında derin farkların ortaya çıktığını görmekteyiz. Aslında hafızı
Kur’an’ın özünü muhafaza eden anlamında kullanırsak daha yerinde olur. Günümüz
dünyasında maalesef hem okuma anlamında hem de hıfzetme anlamında özünden
koparılmış bir kitapla karşılaşmaktayız. Kur’an’ı okuma, anlama, yaşama
noktasında birçok farkın ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu ortaya çıkan farkın
insana etkisi noktasında olumlu mu olumsuz mu olduğu, çünkü Kur’an’ın kendisini
örnek göstermesi ve örneklikte insanlığa huzur saadet ve mutluluğun geleceğini
bildirmektedir.
Peki bunca okunmasına rağmen
neden saadetli bir toplum meydana gelmiyor. Ahlaklı, erdemli, hâk ve hukuku
bilen bir nesil yetişmiyor. Sayıları yüz binleri, milyonları bulan bunca hafız
ve on binlerce adına din adamı dediğimiz yığınlar varken neden bir türlü
sıkıntılar yakamızı bırakmıyor. Kur’an sömürgeciliği kaldırmış ve yasaklamış
iken niçin hala sefalete sürüklenme ve kitleleri bağımlı hale getirme
senaryoları ile karşılaşmaktayız.? Neden yeraltı ve yerüstü kaynaklarımız
birilerine peşkeş çekilmekte? Şehirlerimiz neden betonlaşmaya mahkum edilmekte?
Neden yeşil alanlarımız tarumar edilmekte. Çocuklarımız neden uyuşturucu
şebekelerinin pençesinde kıvranmakta? Ümmet neden bin bir parçaya ayrılmakta?
Neden küfrün pençesinde can çekişmekte?
Neden eğitim, ulaşım ve
iletişimde birçok ülkenin gerisinde kalmaktayız? Yeryüzünde yaşanan bunca
acılar neden ve niçin hala devam etmekte? Bölgemizde, sınırlarımızda, komşu
ülkelerimizdeki karışıklıklar ve yürekleri acıtan, kanatan hadiselerin
yaşanmasının müsebbipleri kimler? Sorunu hep dışarda mı aramalıyız yoksa dönüp
kendimizi de sorguya çekmeli miyiz?
Yaşansın diye gönderilmiş
olan bir hayat kitabımız var. Önderlerimiz, rehberlerimiz var. En büyük rehber
ve yol gösterici olarak Kur’an yeter değil mi? Acaba onu anlama noktasında
aramızı onunla nasıl tutuyoruz? Unutulmuş ve terk edilmiş olarak mı yoksa
hayatımızı dizayn eden, sosyal, siyasal ve kültürel alanda bize yol gösteren
olarak mı bakıyoruz? Herhangi bir konu hakkında anlaşmazlığa düştüğümüzde hakem
olarak başvuruyor muyuz? Onu anlama noktasında neler yapıyoruz? Başka başka
rehberler edinmek mi hayırlı yoksa dünya ve ahiret saadetini vaat eden Hayat
kitabı Kur’an’ı mı?
Kur’an’ı anlama çabası veren,
okurken anlamaya çalışarak hayatında tatbik eden, yürüyen birer Kur’an olma
yolunda toplumlara ruh, canlılık, hareketlilik ve dinamizm katan Kur’an ve
peygamber sevdalılarına selam olsun.