image

Şeyh Said'in şahsiyeti ve o dönemde bölgede edindiği manevi pozisyonu farklı yönleriyle ele alan Araştırmacı Yazar Sidar Ergül, cumhuriyetin ilanıyla beraber başta medreselerin kapatılması olmak üzere Şapka Kanunu ve alfabenin değiştirilmesi gibi devrim ve inkılapların kıyamın birer nedeni olarak ortaya çıktığına dikkat çekerek konuşmasında kıyam sürecinde yaşanan gelişmelere değindi.

Şeyh Said'i "Osmanlı döneminde Kürdistan, günümüzde Güneydoğu Anadolu Bölgesi olarak diye ifade edilen coğrafyada doğup büyüyen büyük bir İslam alimi ve Nakşibendi Tarikatının en üst seviyesinde bilinen bir şahsiyeti" olarak tanımlayan Ergül, ortaya koymuş olduğu mücadele tarzı ve direniş mefhumunun onun aynı zamanda bir muvahhit ve mücahit olduğunu gösterdiğine vurgu yaptı.

Ergül, "Şeyh Said ilmiyle amil bir şahsiyet, 70'lere dayanmış bir pir-i fani ve islam'a yapılabilecek veya yapılmış olan saldırılara sukut etmemiş bir iman deryasıdır. Tarih boyunca Şeyh Said ve benzeri İslami şahsiyetler dünyanın farklı coğrafyalarında kendilerini göstermiştir. Libya'da İtalyan işgaline karşı Ömer Muhtar, Cezayir'de Şeyh Abdülkadir, Çeçenistan Dağıstan'da Şeyh Şamil gibi. Şeyh Sait kimine göre isyan, kimine göre ayaklanma, kimine göre kıyam olarak nitelenebilecek bir hadisenin baş aktörü, 1925 yılında Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde gerçekleşmiş olan bir hadise'nin öncüsü olarak kayıtlara geçmiştir." ifadelerini kullandı.

"Saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı Devleti rejim olarak kesin ve resmen tarihe karışmış oldu"

Konuşmasında Osmanlı Devleti'nden sonra Cumhuriyetin ilanıyla devam eden sürece değinen Ergül, "Yakın bir zamanda bu coğrafyada 600 yıl boyunca İslam'a hizmetkarlık etmiş, 3 kıtada egemenlik göstermiş bir Osmanlı Devleti söz konusuydu. Yaşanan tarihsel süreç içerisinde 1922 yılında saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı Devleti rejim olarak kesin ve resmen tarihe karışmış oldu. Ancak Osmanlı'nın siyasal sistem olarak yok edilmiş olması onun bu coğrafyada meydana getirmiş olduğu kültür, medeniyet ve İslami varlığın yok olduğu anlamına gelmez. Toplum ve inanç aynı ancak burada siyasal bir sistem değişikliği söz konusudur. Saltanatın ilgası sonrası cumhuriyet rejimine geçiş gerçekleşecektir." şeklinde konuştu.

"Cumhuriyet rejiminin ihdas eden yeni kadro siyasal literatür de Kemalist ideoloji ve kadrolara geçmiştir." ifadeleriyle konuşmasını sürdüren Ergül, "Bu Kemalist ideolojiyi savunan kadrolar Batı uygarlığını kendilerine referans alır ve bunun için de Batının rasyonalizm, pragmatizm, sekülerizm gibi temel düşünce oluşumlarını yeni hayat felsefesi ve hayat rehberi olarak kabul ederler." diye belirtti.

Kemalist sistemin "Dine karşı değiliz" diye bir söylem geliştirdiğini fakat nasıl yaşanılması gerektiğine karar verme hakkını kendisinde gördüğünün altını çizen Ergül, bu bağlamda şapka getirilip kanun zoruyla dayatılması, alfabenin değiştirilmesiyle beraber devrim ve inkılaplar süreciyle toplumun kimliğinin değiştirilip dönüştürülmek istendiğine vurgu yaptı.

"Hilafetin kaldırılması Şeyh Said kıyam hareketinin temel gerekçelerinden biriydi"

Hazreti Peygamber Efendimizin vefatından sonra ortaya çıkan ve 1924 yılına kadar tarihsel süreç içerisinde Müslümanlar için bir birleştirici pozisyon ve kurum olan hilafet makamının ortadan kaldırıldığını ve bunun Şeyh Said kıyam hareketinin temel gerekçelerinden birisi olarak kayıtlara geçtiğini söyleyen Ergül, şu ifadelere yer verdi:

"Medreseler yüzyıllardır İslam toplumunda temel eğitim kurumları olarak önümüze çıkarken Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla medreselerin kapatıldığını da görüyoruz. Türk milliyetçiliği ve ulusçuluğunun ön plana çıkartıldığı, laik bir eğitim sisteminin hedeflendiği ve Batı uygarlığını eğitim üzerinden Türkiye'nin yeni genç nesillerine dayatılmak, bu eğitim kanalı üzerinden de toplum değiştirilmek istendi. Şeyh Said bunun da farkındaydı. Medreselerin ortadan kaldırılması, bir toplumun yetiştirilmesi ve değiştirilmesi bağlamında en önemli ayaktır. Bu sebepten dolayı da bir reddiye olarak hareket ettiğini söyleyebiliriz."

Ergül, "Kıyam öncesi Şeyh Said, bölgedeki kanat önderi, alim, şeyh ve siyasi kimliği olabilecek insanlarla görüşme ve diyalog sürecine girdi. Bu bağlamda Erzurum'dan Bingöl'e, Bingöl'den Diyarbakır'a uzanan yelpazede görüşmeler, toplantılar ve halka vaazları söz konusudur. Varlığını ve mücadelesini İslami nitelikli olarak orada ifade ettiği çok net bariz bir şekilde görülüyor. Hakeza yakalanıp Diyarbakır İstiklal mahkemelerinde sorgu ve yargılanması sürecindeki mahkeme kaydı ve tutanaklarında da kim olduğunu ve niye harekete geçtiğini net bir şekilde ortaya koyarak bunun ana üst kimliğinin İslam olduğunu bize bariz bir şekilde ortaya koyuyor." dedi. (İLKHA)


0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *