Sanayileşme ve modernleşmenin komşuluk ilişkileri üzerinde
oluşturduğu tahribatı değerlendiren Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aile
bağlarından sonraki en güçlü sosyal bağ olarak kabul edilen komşuluğun,
modernizmin getirdiği ilişki biçimiyle zayıfladığına dikkat çekti.
Kişilerin yakın, sıcak ilişkileri iyi olursa, toplumda güven
duygusunun oluştuğunu belirten Tarhan, "Komşuluk, güven esaslı sıcak ve
samimi ilişkilerin aile dışında ikinci bir desteğidir. Bu, hem mekânsal bağ hem
de sosyal bağdır. Şu andaki apartman yapısı mekânsal olarak yakın ama sosyal ve
duygusal olarak uzak insanlar oluşturdu. İnsanın sosyal ilişkilerinin yerini
maalesef sanal ilişkiler aldı." dedi.
Modernizmin getirdiği değişimle birlikte geçmişte ve bugün
yaşanan komşuluk ilişkilerinde farklılıklar meydana geldiğini belirten Prof.
Dr. Nevzat Tarhan, "Komşuluk bir insanın aileden sonra bağ kurduğu ikinci
bir alandır. Komşuluk ilişkileri sayesinde çocuk sokağa çıktığı zaman rahat
oynayabiliyor. Bir ihtiyacı olduğu zaman başvurabileceği ailesi dışında kişiler
olabiliyor. Bu, güven esaslı sıcak ve samimi ilişkilerin aile dışında ikinci
bir desteğidir. Yardımlaşmadır, dayanışmadır. Komşuluk aile bağlarından sonraki
en güçlü sosyal bağ olarak kabul ediliyor." diye konuştu.
"MODERNİZMİN GETİRDİĞİ SAHTE BİR ÖZGÜRLÜK VAR"
Modernizmin sunduğu sahte özgürlüğün içerisinde özgür
gözüken insanın aslında yalnız olduğuna işaret eden Tarhan, şunları söyledi:
"Burada kişinin iletişimi az, zayıf ve ilişkiler samimi, fedakâr ilişkiler
yerine çıkar odaklı ilişkilere dönüşmüş. Bu zamanın getirdiği sekülerleşmenin
getirdiği bir özellik. Anlam boyutu olmayan, manevi boyutu olmayan sadece madde
ve çıkar eksenli bir yaşam felsefesi anlayışı komşuluğu da etkilemiş. Bunun
sonucunda güven bağları zayıflamış ve komşudan zarar geleceği duygusunu yaşayan
insanlar çoğalmış. Böyle bir durumda yetişen çocuk, ‘Hayat güvensiz’ diye
yetişiyor. En yakınındaki komşuya bile güvenmeden büyütüyorsun. Aile içerisinde
bile bazen ‘babana güvenme’ diye büyütülen çocuklar görüyoruz. Bu çocukların
çoğunda ruh sağlığı bozukluğu ortaya çıkıyor. İnsanda yurtsuzluk, köksüzlük,
terk edilmişlik duygusu oluyor. Bunun sonucunda çağın nevrotik insanı ortaya
çıkıyor."
Chicago’da yayınlanan ‘Dünya Değerler Araştırması’nda insanı
bekleyen tehlike olarak ‘komşuluk bağlarının zayıflaması’nın görüldüğünü ifade
eden Tarhan, "2018’de Davos’ta insanlığı bekleyen üç tehlike söylendi:
İlki ekonomik eşitsizlik, ikincisi iklim değişikliği, üçüncüsü de yalnızlık
olarak görülüyor. Yalnızlık, güven azalması demektir. İnsan yabancılaşıyor. Yabancılaşan
insan robotlaşıyor ve sistem onu yönetiyor. Kurulu sistemin, dijital sistemin
kölesi oluyoruz. Tüketim unsuru haline gelen insan tipi ortaya çıkıyor. Mutsuz
oluyor. Komşuluk aslında insanlığın bulduğu güzel bir çözümdür. Anne baba yakın
olamadığı zaman komşular çok büyük destektir." diye konuştu.
“KOMŞULUK HAYATI KOLAYLAŞTIRIR”
Komşular arasında çıkarcı ve hesapçı olmayan bir ilişki
olması gerektiğini belirten Tarhan, "İnsan bazen yalnızlığı gidermeye ve
paylaşmaya ihtiyaç hissediyor. Bir komşu, karşısına alıp sadece dinlese bile,
bazı sözlerini onaylasa bile o kişi o anda güvende hissediyor. Bir kriz olduğu
zaman, ‘sığınacağım ikinci bir kapı var, bana yardım edebilecek biri var’
duygusuyla hareket edince bu insanın rahat uyumasına bile sebep olur. Hayatı
kolaylaştırır." dedi.
“TOPLUMA AÇILAN İLK KAPI: KOMŞU”
Bütün kutsal metinlerde anne babadan sonra komşuluğun
geldiğini vurgulayan ifadeler yer aldığına işaret eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan,
"Komşuluk toplumsal barışa hizmet etmiştir. Aile mahremiyetinin, aile
özelinin topluma açıldığı ilk kapı komşudur. Böyle bir durumda aileden sonraki
ikinci bir alandır. Bu nedenle kişi komşuyla verici ve paylaşan bir ilişki
içerisinde olursa, ‘Komşuya iyilik yap!’ odaklı ilişki olursa, karşı tarafta da
iyicil duygular uyanıyor. İyilik, iyicil parçayı büyütüyor, karşı tarafta da
iyilik yapmayla ilgili motivasyon ortaya çıkıyor." diye konuştu.
“KOMŞULUK ‘HAYAT GÜVENLİ’ DUYGUSU OLUŞTURUYOR”
Kültürümüzde komşuluk ilişkilerinde ‘bir ihtiyacın var mı?’
diye sorulduğunu kaydeden Tarhan, komşuların birbirlerini destekledikleri
alanları da örneklerle anlattı: "Mahalleye yeni birisi geldiği zaman
herkes ziyaret eder, hemen çayını, çorbasını götürürler, yardım ederler.
Bir cenazesi varsa hemen bütün komşular toplanır. Her mahallenin böyle bilge
bir annesi vardır. Onlar dedikoduya fırsat vermezler. Hep birbirlerini
desteklerler. Düğünlerde ve bayramlardaki davetlerde hep kap kacak yardımı
yaparlar, helva yaparlar. Komşulukta bunlar insanın gelişen ruhunda, ‘ben
değerliyim, bana önem veriliyor, hayat güvenli’ duygusu oluşturuyor. Bu da
insanın birçok ruhsal hastalıklarının çıkmasını önleyici bir şeydir."
“SOSYAL İLİŞKİLERİN YERİNİ SANAL İLİŞKİLER ALDI”
Kültürümüzde mahallenin, aileden sonra toplumun kültürel
aktarımını yapan en küçük birim olarak görüldüğünü ifade eden Tarhan,
"Mahalle baskısı denilen şey sosyal bir normdur aslında. Sosyal normlarda,
o toplumdaki sosyal sınırlar vardır. Mesela çocuk yaramazlık yaptığında
komşulardan birisi müdahale ediyor. Anne baba yoksa bile, o çocuğun
yanlışlarını toplum bir nevi törpülüyor. Ama modernite bunu bozdu,
sanayileşmenin getirdiği hızlı dönüşüm ve teknoloji de hızlandırdı.
Teknolojiyle uğraşırken insanlar birbirine zaman ayıramaz hale geldi.
Günümüzde, insanın sosyal ilişkilerin yerini sanal ilişkiler aldı. Sosyal
medyada sosyallik yok. Sosyal medyada da insanlar genellikle kimliklerini
saklıyorlar, evin güvenli ortamında en güvensiz alanlara giriyorlar. Sahte
arkadaşlıklar kuruyor, yalan söylemeyi bir beceri zannediyorlar." dedi.
“DÜNYA DİJİTAL DİKTATÖRLÜĞE DOĞRU GİDİYOR”
Sosyal medyada insanların olduğu gibi değil, olması
gerektiği gibi gözükmeye çalıştıklarına dikkat çeken Tarhan, sözlerini şöyle
sürdürdü: "Bu kendilerine karşı da bir saygısızlık oluyor. İnsanlar
arasında güven ilişkisi zarar görüyor, sahte bir iletişim ortaya çıkıyor.
Yabancılaşma dediğimiz, insanın kendisi olamaması durumudur bu. Kurulu bir
sistem tarafından yönetilen bireyler haline geldik. Biz özgürüz zannediyoruz
ama dünya şu anda bir dijital diktatörlüğe doğru gidiyor. İnsanlar bir nevi
psikolojik yabancılaşma yaşıyor, tabiri caizse gönüllü bir emperyalizm var.
Eskiden insanların elindekiler zorla alınıyordu, zorla sömürgecilik yapılıyordu.
Şimdi gönüllü emperyalizm ile alınıyor. İstek uyandırılıyor insanlarda,
insandaki zaaflar kullanılıyor. Cazibe oluşturuluyor."
“TEKNOLOJİNİN NESNESİ DEĞİL, ÖZNESİ OLMAMIZ LAZIM”
İnsanın şu anda teknolojinin kurbanı durumunda olduğunu
kaydeden Tarhan, "Aslında bunun çözümü var. Bizim, ‘şu anda ben ne
yapabilirim’ e odaklanmamız gerekiyor. Teknolojinin nesnesi durumundayız,
öznesi olmamız lazım. Kontrol bizde olursa, zaman yönetimini kendimiz yapar ve
‘hayır’ diyebilirsek başarabiliriz. Asıl özgürlük başkalarının arzu ve
dürtülerine kendimizi kaptırmak değil, kendi arzu ve dürtülerimize hayır
diyebilmektir. Teknolojinin bize sunduğu haz tuzaklarına düşmeden, biz günümüzü
planlayacağız ona göre yöneteceğiz. Neyi, nerede, nasıl kullanacağımızı
bileceğiz. Kendi hayatımızın öznesi olacağız." diye konuştu.
“AMAÇSIZLIK SOSYAL MEDYA TUZAĞINA DÜŞÜRÜYOR”
Amaçsızlığın gençleri sosyal medya tuzağına düşürdüğünü
belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Böyle zevk tuzaklarına, enerjimizi,
zamanımızı alan şeylere hayır diyebilmemiz için amaç lazım insanlara. Mesela
okul, üniversite bir amaç. Hayatın sonunda nasıl bir insan olacağı ile ilgili
soyut amaçlar var. Böyle amacı olan bir genç kendini yönetebiliyor.
Çıkarcılığı, üçkağıtçılığı, yalanı, açık gözlülük gibi gören bir yaşam
felsefesi varsa, bu kişi rahatlıkla zevk tuzaklarına, para tuzaklarına, çıkar
tuzaklarına, uyuşturucu tuzaklarına düşer. Önce iyi insan olması lazım."
diye konuştu. (İLKHA)
0 yorum