“Mâ zâ vecede men fekadehû ve mâzâ fekade men vecedehû.” Yani
“Allah’ı cc bulan neyi kaybeder? Onu kaybeden neyi kazanır?”
İbn-i Atâillah el-İskenderî’ye atfedilen bu söz, kazanç ve
bedeli konusunda hayli özetleyicidir.
Filistin’i şu haline terketmenin karşılığında elde edilen
ne varsa hepsi uğursuz değil de nedir?
Gazze’nin dehşetli felaketi karşısında kılını
kıpırdatmayanların bu sayede korudukları hangi vaziyetlerideğerli olabilir ki?
Kocaman bir halk -sadece insanlık değil- üzerimizde imandan
kaynaklı haklarıyla beraber kasıtlı olarak yardımsız bırakılıp imdadına kulak
tıkanırken, yaşadığımızı zannettiğimiz hangi sevinçler hakikidir, aldığımız ya
da verdiğimiz hangi öğütler samimidir?
En yırtıcı sırtlanların dişlerine pençelerine terkedilip
her gün yüzlercesinin soykırımla katledilmesine acizlik mazeretiyle seyirci
kalmak yetmezmiş gibi şimdi yüzbinlercesinin açlığın ve soğuğun elinde can
vermesine de engel olamadıktan sonra insanlık adına hangi ortak hedef kıymetli
olabilir?
Uhud Savaşının o hazin sahnelerini hatırladıkça içi
titremeyen yoktur. Hele “Muhammed(sav) öldürüldü” sözünü duyan çoklarının
üzüntüden yerine çakıldığı bir anda aslan gibi kükreyen Enes b. Nadr’ın o
muazzam haykırışını unutmak mümkün değildir:
“O’nun öldürüldüğü dünyada yaşayıp da ne
yapacaksınız. Haydi! Onun uğruna şehid olduğu dava yolunda biz
de savaşalım, haydi, biz de şehid olalım!”
“İslam Davası” diye bir mefhum tarif edilecekse herhalde bu
tavrını şehadetiyle oracıkta ispat eden o yüce sahabinin bu sözü yeterlidir.
Sanki şu anda o sesinin yankısı kulağa şöyle çarpıyor gibi:
Kardeşlerimizin bu kadar hoyratça kıyımdan geçirildiği bir
dünyada yaşayıp ne yapacaksınız?
Vücudumuzun imanlı eli, dualı dili, nurlu gözleri,
kulakları yeryüzünün en lanetli katillerinin elleriyle kesildiği bir alemde
geride kalıp da ne yapacaksınız?
Gazze’li ne pahasına olursa olsun yalnızca hayatta kalayım
deseydi, sonuçta işgal rejiminin her dediğine teslim olur, her istediğini
yapardı.
Ne demişti Üstad(rh): “Madem bir zalim ve vicdansız
bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını katî ezecek bir surette
davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet
vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem
başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur. Hem o canavar, vicdansız
zalime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye teşcî eder(cesaret
verir). Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve
ruhunu kurtarır, cesed-i bir şehid-i mazlum olur. Evet, tükürün
zalimlerin hayâsız yüzlerine!”
Ve ne diyordu(rh) Hz. Mevlana rh: “Sakın görünüşe
aldanma. Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hal ehli olandır.”
Halden anlamayanın vay haline!
Hele de “ey Müslümanlar yetişin” çığlığına sağır olanların
vay haline!
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din
kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş
olmaz.” (Buhârî, Müslim)
Bunun gibi nice Nebevi uyarıyı hafife alıp zalimlerin
kendilerine çizdiği rotadan çıkmayan zavallı ürkeklerin vay haline..
Günün sonunda ortaya çıktı ki, terör rejiminin sınırı
meğerse halklarıyla aralarına sınır koyan yöneticilerin maslahat duvarlarıymış.
O sınırlar elbette aşılacak.
Ya da kıyamet kopacak. Az kaldı.