Önceleri öyle miydi bilmem ama dijital medyadan olsa gerek günümüzde
yeni bir sektör dikkatimi çekmiş vaziyettedir. Hem de öyle böyle değil,
gözümüze gözümüze sokar durumda ve bizler de genelde kanan tarafta yer
alıyoruz.
Uzmanların da korku çekiciliği adını verdikleri bu algıyla, bir
göz boyamaya dalavere işleri dahi bizlere gerçekmiş gibi kabullendirtiyorlar.
Diğer taraftan da, psikologların araştırma durumlarına göre de kaybetme
riskinin kazanma olasılığının oranla insanlara karar vermelerinde daha etkili
olduğunu keşfetmişlerdir.
Korku duygusu deyince genelde kavgalar akla gelir. Filan
adam hiç korkmaz, dalar cenk meydanına deyip öve öve bitirmeyiz yiğitliklerini...
Ama konumuz kavga meselesi değil, psikolojikmen bizleri nasıl alt ettikleri meselesidir.
Bizim milletimizin çok duygusal oldukları noktasını
sosyologlardan öğrenmiş olmalılar ki, duyguları ısıtıp ısıtıp önümüze
koyuyorlar.
Özellikle kaybetme korkusu bizim içimizi parçaladığı için
reklamcı ve algı yöneticileri buradan bize saldırır dururlar. Nasıl mı? Örneğin
siyasetçiler bize kendi politikaları uygulanmaz ise başımıza ne tür felaketler
geleceğini söyler dururlar. Reklamcıların güya hizmetimize sundukları ürünlerde,
ellerinde az kaldığı, kaçırdığımız takdirde çok şey kaybedeceğimizi iştahla anlatırlar.
Konuyu somutlaştırmak gerekirse şöyle örnek verebiliriz.
Herkesin ilgi alakasına göre arama butonu farklıdır. Ama ben kendi örneğimi
vermek isterim. Bir-iki çocuk eğitimi ile alakalı video seyret, hemen peş peşe
öneriler gelmeye başlar. “Çocukların geleceğini düşünen aileler bu eğitim
setini kullanıyor. Çocuğunuzun geleceği tehlikede, sadece bu eğitim setini
alarak bunu önleyebilirsiniz.” Diye reklamlarla çok karşılaşmışız. Geleceğimiz
olan neslimizi, tehlike ile baş başa bırakmamak adına duygularımız kabarıp
hemen siparişleri vermeye odaklanıyoruz!
Başka örnekler de sıralayabiliriz. “Bel ve omurilik rahatsızlıklarının
yüzde bilmem kaçı yatağınızdan kaynaklandığını biliyor muydunuz.” Dedikleri vakit,
algılarımız benim de belim bundan dolayı ağrıyor seviyesine getiriyor.
Bu korkumuzdan küçük pazarlamacılar da faydalanıyor ya da
onlar da suiistimal ediyor. Pazarlamacılar korkunun cazibesinden faydalanıp
ellerindeki ürünü bize satmaya çalışıyorlar. “Bir gün içinde binlerce saç teliniz
heba oluyor, boşu boşuna dökülüyor! Bunu önlemek sizin elinizde...! İndirimli
satışlarda bu son fırsat, kaçıranlar pişman oluyor!”
Bu durumu siyasi yelpazede de değerlendirebiliriz. Algı
yöneticileri olan sahtekarların başkenti Amerika, kendi halkını ve batı
kamuoyunu terörizm geliyor, El Kaide geliyor korkusuyla arkasında saf tutmaya
ikna etmiştir. Öyle gerçekçi oynuyorlar ki bizler de hemen kanabiliyor,
haddimiz olmadan onlara hak verebiliyoruz.
Ya da çok uzağa gitmemize gerek kalmadan kendi ülkemizi örnek
verebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti’nde de insanlar uzun yıllar “gericilik geliyor,
irtica hortladı” şeklinde korkutulmuyor muydu? Korkutulmaya devam edilmiyor mu?
Kısacası, bunu yaparsan pişman olursun, şöyle gitmezsen sonun
hüsran, Şunu almazsan neslin harap olup yok olur gibi süslü cümleler ile korku hormonlarımıza
masaj yapıp kabartıyorlar. Biz de onları masum zannedip hemen kanabiliyoruz.
Şeytanın çırakları, şeytandan görevi devralmış bizleri
ayakta uyutmaya çalışıyorlar. Hâlbuki bu tür olaylara meyletmememiz için örneklerimiz
vardır. Kur’an, şeytanın da aynı taktiği kullandığını bizlere hatırlatıyor. “Şeytan
sizi fakirlikle korkutur.” (Bakara Suresi 268)
Toparlamak gerekirse bizler unutmamalıyız ki, ne cebimiz ne
de zihnimiz kiralık değildir. Bir-iki cümle güzel konuşup algılarımızı
değiştirenlerin, bizleri düşünmediğini bilmemiz gerekir. Allah bir çok ayette,
akletmez misiniz?, Düşünmez misiniz? Deyip bizleri uyarıyor.
Bizler etkilenen değil, etkileyen olmalıyız ki, kimsenin bizlere
yön verme ya da gütme gibi bir düşüncesi dahi olmasın. Uyanık kalma duasıyla
selamette kalın...