UCM Savcılığı terör rejimi elebaşı Netanyahu, onun
Bakanı Gallant ve HAMAS’tan Yahya Sinvar, Muhammed ed-Dayf ve İsmail Heniyye
hakkında savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla tutuklama
emri talep etti.
“Soykırım suçu işleyen rejim ortadayken neden sadece 2
kişi ve işgale karşı direnen isimler için tutuklama talebi ne oluyor?” diye
düşünmeden edemiyor insan.
Dünyadaki insani tepkiler ve kıyıda köşede kalmış
vicdan kırıntıları UCM savcılarını bir şeyler yapmaya sevk etti; ama bununla
beraber “dengeleri” ve Siyonist baskıları da göz ardı edemediler.
“Savcının görevi suçlamak” diyebilirsiniz; ama
birazcık adil olmak için “her tarafa” eşit mesafede olmak gerekmez mi?
Mesela…
Tutuklama talebinde bulunan mevcut UCM Savcısı Kerim
Han, Aralık ayında işgal altındaki topraklara gitti ve medyaya yansıdığı
kadarıyla “7 Ekim saldırısında HAMAS militanları tarafından öldürülen ya da
esir alınan israillilerin aileleriyle” bir araya geldi. Han, 17 yıldır
uluslararası hukuku ayaklar altına alarak Gazze’ye yönelik ambargo uygulayan,
zindanlarda ve sorgularda işkenceyi gizlemeden ve “resmen” uygulayan, yasaklı
silah kullanan ve hepsi bir yana 75 yıldır bulunduğu topraklarda işgalci olan
terör rejimine hiçbir eleştiride bulunmadan şunları söyledi: “HAMAS'ın
eylemleri ‘insanlığın vicdanını sarsan en ciddi uluslararası suçlardan
bazılarıdır ve tüm esirlerin derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması
gerekir.”
Soykırım ortağı ABD, beklendiği gibi Netanyahu ve
diğer psikopat katillere sahip çıktı, UCM’yi suçladı.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller, işgal
ordusunun ‘Gazze'deki eylemlerinin yasalara aykırı olup olmadığına yalnızca
israil ve ABD'nin karar verme yetkisine sahip olduğunu’ iddia etti.
ABD açıkça “Bizi bizden başka kimse yargılayamaz”
diyor.
Aslında bu tutum yeni de değil.
2020 yılında ABD eski Başkanı Trump, UCM’yi tehdit
etmiş, UCM Savcısına ve savcılığın bir başka üst düzey çalışanına yönelik
ekonomik ve seyahat yaptırımlarına izin vermişti.
UCM personeli Afganistan'da ABD güçleri ve
müttefikleri tarafından aleni olarak işlenen savaş suçlarını soruşturuyordu.
Hatta UCM konusunda benzer bir kararı İngiltere de
almış ve açıkça “Biz ne yaparsak yapalım kimse bizi yargılayamaz” anlamına
gelen açıklamalar yapmıştı.
Öyle görünüyor ki, ABD ve İngiltere konusunda geri
adım atan ve etkisizliğini kabul eden UCM, soykırım suçları ayan beyan ortada
olan Siyonist terör şebekesi için “Bosna süreci”ni devreye koymaya karar
vermiş.
Bosna’da NATO ve BM gözetiminde büyük katliamlar yapıldı
ve o süreçte mazlum Müslümanlar çok kısıtlı imkanlarla büyük bir direniş ortaya
koydular. Aliya İzzetbegoviç gibi kararlı ve bilge bir liderlik, kahramanların
ve büyük komutanların ortaya çıkmasını sağladı.
Rusya ve kimi Batı ülkelerinin Sırp ve Hırvatlara
verdiği büyük desteğe rağmen Müslüman Boşnak direnişi, kısa sürede organize
oldu ve birçok bölgeyi kurtardı. Hatta yer yer NATO güçleri devreye girerek
Müslüman ilerleyişini durdurdular.
Savaşta katiller de soykırımcılar da belliydi, halkını
savunan ve bunu yaparken son derce ahlaklı bir savaş yürütenler de belliydi;
ama savaşın sonunda Sırplar UCM’de yargılandığı gibi bazı Müslüman komutanlar
da yargılandı ve cezalandırıldı.
Mesela UCM, Bosna Ordusu 3'üncü Kolordu Komutanı Sakib
Mahmuljin'i, kendi emri altındaki Mücahit Taburu'nun Sırp esirlere işkence
etmesine ve öldürmesine göz yummaktan suçlu buldu.
UCM’ye göre soykırımcıya karşı halkını savunmak “savaş
suçu” kapsamına giriyormuş.
Bu kapsamda yargılananlardan Bosna’nın efsanevi
komutanı Atıf Dudakoviç’in cevabı sanırım yeterlidir: "Ben suçluyum, çünkü
halkımı savundum."