Geçen
gün yurtdışında yaşayan bir dostumuz telefonda şöyle diyordu: “Bir ay evvel
İstanbul’a geldim. Kaybedecek adaya oy isteyen birkaç sakallı hacı amca gördüm.
Ellerinde “ben namussuz siyaseti getireceğim” diyen zatın resmi vardı ve ona oy
istiyorlardı. Uzunca baktım, şaşırdım dayanamadım birisine sordum: Hacı amca
sen ne günah işledin ki, şu hallere düştün. Tabi ben oradan uzaklaşırken adam
hala “BOP” mop filan diyordu.”
Bazen
düşünmeden edemiyoruz. Cuma vakitlerinde günde beş vakit ezan okunan yüz bin
camiyi hınca hınç dolduran bir toplum ne kusurlar işledi ki, uyuşturucu
baronlarından temiz para, terör baronlarından temiz destek, cinsi sapkınlık
baronlarından temiz algı isteyen biri ile, “lider” diye anılan biri arasında
kalmakla peşin azaba uğratıldı.
Hatırı
sayılır oranlarda sadaka, zekat ve infakın el değiştirdiği şu halk neyi ihmal
etti ki, yüz yıldır bu milletin başına bela olmuş din düşmanları, Kur’an
düşmanları, iffet, edep, ahlak düşmanları, hayâsızlar ciddi ciddi seçenek diye
sunuldu. Bu halk bu cezayı neden hak etti?
Asırlar
boyu ilayı kelimetullah uğruna mücadele etmiş, din-i İslam-ı Mübin’in aziz
ahkamını devletinin yegane dayanağı bilmiş bir maziye sahipken şu memleketin
insanı nasıl bir hata işledi ki, yalan ve iftiradan başka hiçbir stratejisi
olmayan kendilerinden asla hizmet, hayır ve ıslah umulmayan fikri kırıklar,
yolu bozuklar, ipi kopuklar, sahici adamlarmış gibi, hakikatli beylermiş gibi
takdim edildi, bu Gazab-ı İlahinin sırrı neydi?
Neredeyse
her karış toprağında ya bir şehid, ya bir alim, ya bir veli medfun iken, her
beldesi bir mürşidin, bir gönül ehlinin, bir salih zatın manevi eliyle ilmek
ilmek dokunmuşken bu kutlu diyarın sakinleri nerede yanlış yaptı ki, İslami
tarikat ve cemaatlere düşmanlıklarını açıkça ilan edenler çok rahat bir şekilde
“bize oy verin” diye önüne çıkabildiler, takdir-i ilahi neden böyle bir kahra
layık gördü.
Hani
İstanbul’un Vefa semtine adını veren Fatih devrinin büyük âlimlerinden Şeyh
Ebu’l Vefa Hazretlerinin hikayesini bilmeyen yoktur. Oğlu, ucu çivili bir sopa
ile evlere su taşıyanların su tulumlarını delmektedir. İlk başlarda babasına
hürmeten ses çıkarmazlar fakat bir süre sonra çocuğun cürmünü Ebu’l Vefa
işitir. Üzerine o kadar titrediği oğlunun bunu nasıl yaptığına şaşırır, çocuğa
haram lokma yedirmediğinden emindir. Hanımına sorar, kadın biraz düşünür ve
“ona hamileyken komşumun bahçesindeki meyveye elimdeki örgü şişiyle dokunup
dilime sürmüştüm” der. Yıllar önceki bu meyvenin birkaç damlasını komşu helal
ettiği anda, sokakta oynayan çocuk, çivili değneği elinden bırakır.
İmtihanların
Hak katında bilinmez nice hikmetleri vardır eyvallah da, başına gelen musibeti
-başkasıyla değil- kendi nefsiyle ilişkilendirmek Kur’an’ın terbiye yöntemidir.
Koskoca
bir coğrafyanın sakinleri olarak herhalde yeniden bir muhakemeye ihtiyacımız
olduğunda şüphe yoktur.
Bu
kadar yıkıcı, bu kadar boşcu, bu kadar günahçı nereden türedi?
Geçmişiyle
bu kadar kavgalı, gelenekleriyle bu kadar uyumsuz, sabiteleriyle bu kadar
sorunlu tipler nasıl çoğaldı?
Uluorta
herkesin ulaştığı sosyal medyada bu kadar terbiyesiz, bu kadar küfürbaz, bu
kadar ırz düşmanı, bu kadar esfeli safilin nereden peydah oldu?
Bu
kadar arlanmaz, utanmazlar nasıl oldu da siyasetçi diye millete satıldı?
Sicilleri
türlü türlü pisliklerle devasa cürümlerle dolu karakter yoksunu kişiler nasıl
oldu da bu kadar popüler yapılıp kitlelere benimsetildi?
Etrafımızın
şeytana taraftar yapılmaya ve bozguncularla doldurulmaya çalışıldığı bir
zamanda ve zeminde tarafsız takılmak da şeytanlıktır, uzaktan seyretmek de
ihanettir, görmezden gelmek de suça ortaklıktır.
Seçimden
önce herhalde yoğun bir tevbe istiğfar gerekiyordu.
Mevlâ, affeylesin, merhamet eylesin, hakkımızda en hayırlı olanı nasip etsin.