Bu yazıyı okuyan herkesin aklı baliğ olmuş, belirli bir yaş
mesabesine gelmiştir. Kimimiz lise yaşlarında, kimimiz hazırlık öğrencisi,
kimimiz askerlik sonrası evlilik yaşında, yolda bırakmayacak, hayırlı bir kısmet
için ellerimizi semaya kaldırmış dua terennüm ediyoruz. Kimimiz anne-baba olma
heyecanı yaşarken, kimimiz torunlarını kucağına alma sevincini ayyuka çıkarma gayreti
içerisinde tatlı telaş ile meşgul oluyor. Kimimiz dertlerimizin büyüklüğünü
sayıklarken, Rabbin büyüklüğünü unuturmuşçasına ümitsizliğe düşerken, kimimiz kederlerimizle
yoğrulup tecrübe abideleri oluvermişiz. Kimimiz fakirliğin pençesinden kurtulma
çabasındayken, kimimiz verilen Lütfu unutmuş kendi aklımızdan bilme hezeyanındayız.
Bu örnekler arttırılıp, çoğaltılabilir ama konumuz için bu
kadar kâfi. Neticede, verdiğimiz misallerin hangisinde ve her nerede oluyorsak
da yaşamımızdan günleri deviriyoruz diğer bir güne...
İşle ve aşla, Eş ve dostla, konu, komşu, akraba, arkadaş, ahbaplarla
iyi-kötü plan-programlarımız var yarınlara dair...
Başımızı yastığa koyup ağır bir uykunun sabahından hemen
sonra projelerimizi hayata geçirmek için mesaimiz başlıyor. Kimimiz derin bir
uykuyla beraber yapacaklarını da derin bir denize bırakıp hatırlama ihtiyacı
bile hissetmezken, kimimiz startı verilmiş bir yarışmacı titizliğiyle
programını harfi harfine yerine getirmeye çalışır.
Sonuç olarak başımızı yastıktan kaldırmışsak, Allah bizlere
biraz daha ömür bahşetmiştir. Ve tamamlayacağımızın garantisi olmayan o günün,
hayatımızın geri kalanının ilk günü olduğunu unutmamalı ona göre hareket
etmeliyiz.
Kayıp zaman asla geri gelmez. Bu yüzden sahip olduğumuz her
saniyeyi Allah’ın bize bahşettiği artı vakit olarak ele almamız gerekiyor.
Ne güzel demiş Mevlana: “Vakit; Geçip geri gelmeyendir.
Ölünce uyanır insan, sen erken davran, ölmeden önce uyan!”
Kuşkusuz ki, kişi ölüm döşeğindeyken isteyeceğin şey asla işinde-ofisinde
biraz daha fazla zaman geçirme olmayacaktır...
İmam-ı Rabbani bir sözlerinde ne güzel buyurmuşlardır; “Şüphesiz,
vakit keskin bir kılıçtır; yarına fırsat tanır mı? tanımaz mı? bilinmez...”
Hakikaten bilinmez. Buna rağmen çevremizdekilerde şanslı
olanlar sadece sevgi sözcüklerini duyabiliyor, gören kimse yok... Bir sevgi
için duymak yetmez... Sadece kuru sözcükler yerine o duyguyu hissettirmek
gerekmez mi?
Unutulmamalı ki, “sevmek zaman ayırmaktır, boş zamanları
doldurmak değil...” Ve tüm yaraları iyileştiren zaman değil, sevgidir. Hayat
zaten kısa, bizler de zamanımızı daha da kısaltarak boşa harcıyoruz.
Dedik ya, “bu gün hayatımızın ilk günü” onu dolu dolu
yaşamak gerek. Gerek Rabbimizle, gerek sevdiklerimizle bırakın saatleri, dakika
ve saniyelerin bile hesabını yapanlardan olmalıyız. Madem Allah yeni bir gün
bahşetmiş bizlere o zaman onu değerlendirenlerden olmalıyız ki zarara uğrayanlardan
olmayalım.
Mevlana’nın veciz bir sözüyle sözümüzü noktalayalım. “Vakit
ikindi. Gün ihtiyarladı. Güneş, solgun rengini bırakıyor güller üstüne. Hüzün
renkli bulutlar sardı göğü. Güneşin saltanatı bitmek üzere. Zevale akıyor
ışıklar. Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun...”
Ya da şöyle diyelim; bu gün hayatımızın ilk günü değil de
hayatımızın geri kalanının son günüyse..?