Annesi Siyonistlerin Gazze
saldırılarında şehit olan, babasından da haber alınamayan, Filistinli
Muhammed’i çoğumuz TV ekranlarında veya sosyal medya da izledik. 14 yaşındaki
Muhammed, bakacak başka kimsesi olmadığından, 6 aylık kız kardeşine hem annelik,
hem babalık yapıyordu..
Saldırıların 100. gününde
annesinin şehit olduğunu söyleyen Muhammed, babasından ise haber alınamadığını
ekleyerek, saldırıların devam ettiği günlerde, çadırda kaldıkları süreç içinde
“100 gün boyunca, çadırda annemi gördüm, kardeşime nasıl baktığına şahit oldum,
annemden her şeyi öğrendim. Kardeşime şimdi ben bakıyorum" şeklinde,
yürekleri burkan açıklamayı büyük bir olgunlukla yaparken, kucağındaki minicik
bebek bile, var olan durumu adeta tevekkül ve olgunlukla kabullenmiş gibi sükunetle
abisini dinliyordu röportaj sırasında.
Yine yeniden, Gazze’nin
çocuklarına karşı bir hürmet ve hayranlık hissi uyandırdı bu iki kardeş..
Fakat ne ilkler ne de
sonlar..
Hatırlayalım...
İsrail'in hastane
saldırısında, yüzlerce kişinin şehit olduğu, yüzlerce kişinin yaralandığı,
ortalığın mahşer gününü hatırlattığı o elim günde, ağlamak veya sızlanmak
yerine, yaralı kardeşini teskin etme gayretiyle, kelime-i şehadet
getirtmeye çalışan o güzel imanlı çocuğu...
Ve yine hatırlayalım..
Gazze’ye yönelik acımasız
saldırılarda yıkılan evlerinin enkazından, 4 gün boyunca, küçük kardeşiyle
kalan Mariya, basın mensuplarına tarihe geçecek şöyle bir açıklama yapmıştı:
“Taş ve yıkıntıların
arasında, oldukça dar bir yerde yiyecek ve içecek olmadan 4 gün kaldım. Kız kardeşimin
ayakları yıkıntılara sıkıştı, acıdan çığlık atıyordu. Ayaklarını çıkarana kadar
3 gün o şekilde kaldı. Acılar içindeki kız kardeşimi enkaz altında Kur’an-ı
Kerim’den ayetler okuyarak teselli etmeye çalıştım. Ancak Lana’nın acısı
arttığında çığlık atmaya başlıyordu.
İsrail’in bombalamasından
korktuğum için Kur’an-ı Kerim okurken tank seslerini duyar duymaz sesimi
alçaltıyordum.”
Subhanallah...
Sahi bu çocuklar nasıl
çocuklardı!?
Onca eğitimin verilmesine
rağmen, türlü türlü nimetler önlerine serilmesine rağmen, pek çok imkanlarla
donatılmalarına rağmen, asla tatmin olamayan, sükunete eremeyen, en rahat
şartlarda dahi öz kardeşleriyle geçinemeyen-didişen, arkadaşlarıyla
anlaşamayıp-tartışan çocuklarda olmayan ne vardı bu çocuklarda???
Cevap basit...
Bu çocuklar güçlü birer mümin
olarak yetiştirilmişlerdi!
Salt; “güçlü birey”- “güçlü
aile”-”güçlü toplum”-“kaliteli eğitim” “sağlıklı beslenme”-“zeki çocuk”,
“başarılı çocuk”- “müreffeh hayat” vb. argüman ve mottolarla değil...
Gazze pek çok konuda olduğu
gibi, nesilleri yetiştirirken de, neden hedeflerimizi ıskaladığımızı bize açık
ve net bir şekilde gösterdi.
Ve bunu, Filistinli/ Gazzeli
çocuklar duruşları, tavırları, teslimiyet ve temsiliyetleriyle muazzam bir
şekilde öğretti...
Zira onlar Nebevi öğretilerin
en mücessem örnekleri oldular.
En çok da bu hadis-i
şerifin...
“Güçlü/kuvvetli mü’min,
(Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla
beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye
çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse,
“şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O,
ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek
işlerin kapısını açar.” (Müslim)
Böylece asıl gücün iman, teslimiyet ve tevekkülde olduğunu yaşantılarıyla yine, yeniden tüm dünyaya haykırdılar...