Yanında ayaklarımızı dahi
uzatmaya çekindiğimiz, yerinden alırken, yerine bırakırken hürmetle öpüp
başımıza koyduğumuz, uğruna canımızı verebileceğimiz Kur’an-ı Azimûşşan
tekmeleniyor, yakılıyor, yerlere atılıyor ve koca bir ümmet olarak yaptığımız
şey kınamak!
Müslüman devlet başkanları
kınıyor!
Müslüman ülkeler kınıyor!
Altmışa yakın bağımsız(!)
ülkenin üye olduğu İİT (İslam İşbirliği Teşkilatı) kınıyor!
Bireysel olarak kınıyoruz,
kitlesel olarak kınıyoruz..
Bir bilindik; kınıyorum,
kınıyorsun, kınıyor..
Kınıyoruz, kınıyorsunuz,
kınıyorlar klişesi ve kısır döngüsü yani...
En etkili ve yetkili kişiler
ve ülkeler bile çoğu kere sadece romantik tepkilerle süslüyor kınama
mesajlarını..
“Üzüldük”, “yüreğimiz
sızladı”, “acı duyduk” falan feşmekân.
Bunların hepsi, işaret
parmağını kaldırıp, gözlerini belerterek, “bir daha olmasın, ağzına acı biber
sürerim” kabilinden öteye gitmeyecek etkisiz, ciddiyetsiz tepkiler ne yazık
ki..
Arada bir bazı tepkiler,
kutsallarımıza hakaret eden kuklalara sponsor olan, yardım ve yataklık eden
ülkelere karşı ekonomik, kültürel ve siyasi yaptırım kararları, ilişkileri
askıya alma refleksleri olarak yükselip ümitlendirse de sonrasında heyet
gönderme, gözlemci gönderme seviyesi ile yavaş yavaş inerek, yine kınama
seviyesine geliveriyor nedense...
Aynı hakaret etkili ve
yetkili makamların bizzat kendisine, ailesine yapılsa yine bu kadar serin kanlı
kalınır mıydı diye, merak ediyor insan..
Oysa Yüce Kitabımız
canımızdan, malımızdan, ailelerimizden, evlatlarımızdan daha öte bir
değerdedir.
Bakınız bugün ülkemizde de
kutsallarımıza her cihetten saldırılar oluyor.
Namaz kılanın önünden dahi
geçmeyen toplumumuzdan, namaz kılanlara saldıracak zalimler çıkmaya başladı.
Sacid’lere secdede
saldırılıyor, buna karşın en öne çıkan refleks kınama..
Belediyeler eliyle, devletin
imkanlarıyla Kur’an’ın hükümlerinden bir hüküm olan tesettürün hürmetine zarar
verecek, ahlâk ilkelerimizle bağdaşmayan edepsizce tiyatrolar sergileniyor,
etkinlikler yapılıyor, sadece kınayabiliyoruz...
Tamam bazı durumlarda,
gücümüz nispetinde şartlara ve imkânlara göre elbette kınamalarımız
olmalıdır. Zira çoğu kez toplumda farkındalık oluşturacak, toplumu
bilinçlendirecek, toplumun itidalli bir şekilde inisiyatif almasına sebep
olacak gerekli eylemlerdir kınamalar, sözlü ve yazılı mesajlar...
Ancak bugün kutsallarımıza
yapılan öyle sinsi hakaretler var ki, Kur’an’ın bizzat mushafına olmasa da
özüne ve hükümlerine yapılmaktadır. Bunun yanı sıra, mütedeyyin insanlar şamar
oğlanına dönmüş durumda. Hadi şahıslar, STK’lar kınamalar yapmak zorundadır ve
çoğu kez imkânları buna elvermektedir. Ancak kınamadan daha öte bir şeyler
yapacak, etkili ve yetkili şahısların, en önemlisi devletin/devlet adamlarının
yapacağı daha etkili şeyler vardır.
Sonuç olarak hem ülkemizde
hem dünya genelinde, kutsallarımıza, kıymetlilerimize yapılan her türlü
saldırı, hakaret ve saygısızlık konusunda sadece kınamayla yetinmek,
birilerinin kına yakıp, zil takıp oynamasına sebep oluyor.
Geçtiğimiz Pazar günü başta
Diyarbakır olmak üzere, ülkemizin çeşitli yerlerinde ve dünyanın pek çok
yerinde yapılan geniş kapsamlı kitlesel “Kur’an’a Saygı Mitingleri”, basın
açıklamaları vb. programlar çok yerinde ve etkili olsa da bu hakaretler için
devletlerin muhakkak caydırıcı cezai müeyyideleri olmalıdır.
Dünya ölçeğinde de bu
hakaretlerde emeği geçen her ülkeye ağır ekonomik, siyasi, kültürel ve her
alanda ağır yaptırımlar uygulanmalıdır. Ürünlerine sistematik bir şekilde
boykot uygulanmalıdır. Kuklacı etkisiz hale gelince, zaten bu eylemleri yapan
kuklalar da kaybolup gidecektir.
Neticede sadece kınamayla
yetinmek, sivrisineklerin bir kaç tanesini etkisiz hale getirir, bir kaçının
vızıltısı kesilir.
Ama bataklık yerinde durduğu müddetçe, bu hakaretler devam edecektir. Bataklığı kurutacak daha etkili adımlara ihtiyacımız var. Bataklığın çamuru bize bulaşmadan, hepimizi yutmadan...