Zihnimi kurcalayan bu soruyu sizlere de sorma ihtiyacı
hissettim. Bizler, neden değerlerimizden uzaklaştık? Dedelerimizden bizlere
miras kalan güzelim hasletlerden neden uzaklaştık? Değerler dediğimiz soyut kavramı,
gereksiz gördüğümüz için mi ödün verdik?
Ya da değerlerimiz mi bizlerden uzaklaştı?
O değerlere layık bireyler olmadığımız için mi? Bizim, adam
olamadığımızı gördüğü için mi? Bilmiyorum ama değerlerimizin bizden uzaklaşmış
olma düşüncesi bile beni derinden etkiledi. Sahip çıkamadık değerlerimize, o da
bırakıp gitti.
Belki okuyucularımızdan bazıları, hiç de değerlerimizden
uzaklaşmadık diyebilir. Diyebilirler. Ama bu onları haklı çıkarmaz
kanaatindeyim. Çünkü gördüklerimiz ve duyduklarımız bunu gösteriyor ki
durumumuz vahim.
Olması gereken ile olmaması gereken yer değiştirmiş. Olması
gereken şeyler bizlere acayip olarak sunuluyor.
Misal vermek gerekirse; birisi yolda bir miktar para bulsa,
bulduğu parayı ulaştırma gayreti içerisinde meşgul olduktan sonra, bulduğu sahibine
eksiksiz bir şekilde iade etse sonraki günlerde övgülerle sayfa sayfa
manşetleri süsleyecek haberlere şahit olacağız.
İnsanlık ölmedi dedirten olay! Bulduğu yüksek rakamlı parayı
sahibine iade etti. Tekrar bulsam tekrar iade ederim diyen genç duygulandırdı.
Dürüstlük bu gün zirveyi gördü. Şeklinde haberler ile sevinir dururuz.
Halbuki olması gereken bu mu? Bizlere bu da mı acayip gelecekti?
Böyle bir olayın haber değeri var mı?
Zaten olması gereken, bulunulan eşyanın sahibine iadesi değil
midir? Bunun neresi enteresan, neresi ilginç. Bir eşyanın sahibine iadesi kadar
doğal bir şey olmasa gerek. Ama maalesef ki değerlerimizden o kadar uzaklaşmış
olacağız ki bu bile bize tuhaf geliyor, ayakta alkışlıyoruz.
Önceleri, borçlu borcunu ödeyemediği vakit, üzülmesin diye
yol değiştiren alacaklılar varken, günümüzde; aman kimse borç para istemesin,
kimse bana selam vermesin, kessin bir şey ister duruma gelmişiz. Birbirimizin sıkıntılarını
gidermemiz gerekirken, karşıdakini küçük düşürmeye götüren sebepler meydana
getirme telaşına düştüğümüzün acısını iliklerimize kadar yaşıyoruz.
Muhtaç olanın rencide olmaması için gece kapılara ihtiyaçlar
bırakılmasından, 50 kişilik siyasi ekiple bir gıda kolisi götürüp 50 yerden
fotoğraf çektirecek kadar medenileşmişiz.
Büyüklerimizin yanında ayaklar uzatılmazken, şuan
büyüklerimizin ölümünde selfiye çekme ekoluyla trend duruma gelmişiz.
Telefonu tamir edemem diyen esnafı silahla vurandın mı dersin,
kiraya yüzde yüz zam yaptıktan sonra kiracısı kirayı veremeyince öldürenden mi
dersin, ya da ahlaksızların ahlak dersi verdiği, hırsızların alın teri naralarıyla
ahkam kestiğinden mi örnek versem, bilemedim.
Bildiğim şey, bu utancımızın resmidir. Tüm bu söylemlerden
yola çıkarak bir hadis ile sözlerimi noktalıyayım. Hz. Peygamberden rivayet
edilen ‘’İki günü eşit olan zarardadır.” Hadis-i Şerif’ini; ya yanlış anlamışız,
ya da hiç bir şey anlamamışız. Her iki seçenekten de bizim hadisi anlamadığımız
ortaya çıkıyor.
İki günü aynı olan ziyandadır. Yani oğul (bu gün) babayı (dün) geçmezse nesil olarak zarardayız diyebiliriz. Allah için deyin! Bizden kaç kişi iyilik yönünde babasını geride bırakıp ameliyle önden gidenlerden olmuş. İnanın iyimser davranmak gerekirse, bir elin parmaklarını geçmez. İki günü aynı geçen zararda olduğuna göre, bu gün dünü mumla arıyorsa varın ismini siz belirtin. Hayırla kalın...