İslam hukukunda
caydırıcı cezalardan önce, suça sebep olacak etkenler ortadan kaldırılmaya
çalışılır. Zira; suç işlendikten sonra ceza verilmesindense, o suçun
işlenmesine engel olmak daha kolay ve toplumsal tahribatlar açısından elzemdir.
Nitekim; İslam ve fıtrat
düşmanları bu konunun ehemmiyetinin farkında olduklarından dolayı, öncelikle
suçun işlenmesine sebep olan bütün fiilleri normalleştirmek suretiyle toplumda
yayarlar daha sonra da bu fiilleri yapmaya teşvik eden kanunları topluma
dayatırlar. Bu süreçten sonra suç oranları artınca da hak ve hukuk
çığırtkanlığı yapmaya kalkarlar.
Bu anlamda İstanbul sözleşmesini
ele alacak olursak; akla ve mantığa aykırı tamamen tutarsızlıklarla dolu bir
kandırmacadan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Sözleşmeyi savunanların süslü
cümlelerle ifade ettiği anlamlardan sıyrılarak objektif bir biçimde ele
alındığında asıl amacın kadın haklarını korumak, kadın cinayetlerinin önüne
geçmek olmadığı bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Kadın haklarının
savunulmasına bir dayanak gibi gösterilen sözleşmeye sahip çıkan güruhun
savunduğu normlara bakarak, neye hizmet ettiklerini anlamak zor olmasa
gerektir. Kızları baba evini terk etmeye çağıran, sokakları sıcak aile
yuvalarından daha güvenli sayan, cinsiyet eşitliği maskesiyle cinsiyetsiz bir
toplum hayalleriyle yanıp tutuşan bu güruh, aslında en büyük kadın
düşmanlarıdır.
Bu güruh ağızlarını her
açtığında kadın/erkek eşitliği, kadının ekonomik özgürlüğü, kadının kendi
ayakları üzerinde durması gibi sözlerle, güya kadınların iyiliğini düşündükleri
imajını çizmeye çalışırlar. Bu cümleler kadınları ikna edecek sihirli
sözcüklere dönüşüyor ve vaat edilen imkanları elde etmek için her türlü yol
mubah görülüyor.
İlk olarak İslam’da haram
olan ‘halvete’ zemin oluşturacak, kadını erkeklerle karma ortamlarda eğitim
almaya ve çalışmaya mecbur bırakıyorlar. Kadın ve erkek fıtratına uygun olmayan
bu tarz ortamlarda zina, taciz, tecavüz ve daha birçok ahlaksızlık normal hale
geliyor. Ortamın sebep olduğu bu tarzda bir suç meydana çıktığı zaman ise
yaygaralar kopartılıyor, en ağır cezalar verilmesi isteniyor. Aklı selim
yaklaşıp bu duruma sebep olan ortamları sorgulamak yerine erkek düşmanlığı
yapılıyor.
Erkek
düşmanlığı sadece bununla sınırlı kalsa iyi, bunu bir de evlilik içerisine
taşıyarak kocayı eş olmaktan çıkarıp rakip haline getiriyorlar. Aynı evi
paylaşan iki rakibin olması çatışma ortamını kaçınılmaz hale getiriyor.
Evliliğin temeli bu şekilde sarsılınca sevgi, saygı mefhumları anlamını
yitirip, kadına şiddet oranları gün geçtikçe artıyor. Boşanmalar, kadın
cinayetleri tabloyu daha da vahim hale getiriyor.
Öte yandan
durmadan kadını çalışmaya teşvik eden politikaları yürürlüğe koyarak kadını
evlerinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Kadınlar kendilerine dayatılan bu
sarmalın içerisinde durmadan boşluğa yuvarlanıp duruyorlar. Bir yandan eş, bir
yandan anne, bir yandan işçi olma sorumlulukları yüklenen zavallı kadınlar bu
sorumluluklardan hiçbirini tam anlamıyla yapamamanın ağırlığıyla bunalımlara
sürükleniyor. Annenin sevgisinden, şefkatinden mahrum kalan, kreşteki
eğitmenlerin insafına bırakılan küçücük çocuklardan nasıl sağlıklı ve mutlu
bireyler olmasını bekleyebilirsiniz ki? Aile sıcaklığından mahrum büyüyen,
yalnızlığa itilen çocuklar her türlü suça meyilli bireyler haline geliyor.
Bunun aksini hiçbir vicdan sahibi pedagog, psikolog iddia edemez!
Evet, toplumumuzun
içerisinde bulunduğu mevcut durum budur. Sözleşmenin yürürlüğe girdiği günden
bu yana başta HÜR DAVA PARTİSİ olmak üzere tüm feraset sahibi sivil toplum
kuruluşları tehlikeleri sezip uyarılarını sürdürmekte ısrarcı oldular.
‘Bir musibet bin
nasihatten evladır’ sözü uyarınca toplumdaki tahribatların farkına vararak
nihayet atılması gereken adımlar Cumhurbaşkanı tarafından atıldı. Geç olsa da
böyle bir yanlıştan dönülmesi daha büyük zararların önüne geçmek için bir
başlangıç mesabesindedir. Bundan sonraki süreçte doğru bir eğitim ve
bilinçlendirme yoluyla suç işlemenin hem dünyevi hem uhrevi zararları anlatılıp
vicdan ve izan sahibi nesiller yetiştirme amacı güdülmelidir. İslam’ın abı
hayat sunan metotları uygulanmadığı sürece kısır döngüden kurtulmanın mümkün
olmadığını da belirtmek yerinde olacaktır. Toplumda huzur ve selameti İslam’dan
başka hiçbir sistemle sağlamak mümkün değildir.
Selam ve dua ile…